“Annedir yüreği fazla dayanamaz
Herkes bıksa benden annem bana doymaz
Öper besler beni unutur kalbinde
Annem burda olsun bana birşey olmaz
Hergün bakar bana kusurumu görmez
Günler gece olsa o ışığı sönmez
Ellerim büyüdü avuçlarında
Birtek annem olsun bana birşey olmaz”
Sıkça duyuyorum son günlerde Sertab’ın sesinden bu reklamı televizyonda. “Ben 1 yaşında annem 20” diye başlıyor. Her seyredişimde içim titriyor, gözlerim doluyor ve kendi aile albümüm geliyor gözümün önüne.
Pekçok şarkı var annelik üzerine ya da anneliği içinde barındıran. “Anneni daha sık anımsıyorsan hatta özlüyorsan” ya da “Sen ne olur çocukluğumu sakla tek kalan bu elimde avucumda” gibi şarkılarda bu sıralar katıla katıla ağlamak istiyorum. Çünkü annemi çok özlüyorum.
Bir zamanlar sayısız mektup yazdım anneme. Onu üzdüğümü her düşündüğümde kendimi affettirmek için kalem ve kağıda sarıldım ve onlardan medet umarak günah çıkarmaya çalıştım. Annem bilirdi aslında her tartışmanın sonunda bir mektup bulacağını posta kutusunda. Uzaktık, ayrıydık ama mesafeler engellemiyordu benim özür mektuplarımı.
17 yaşında herşeyi bildiğini sanan ama aslında annesinin unuttuklarının belki sadece yarısını bilebilen çocuk aklımla Ankara’ya gelmiştim üniversitede okumak için. Bir daha da hiç dönmedim doğduğum büyüdüğüm şehre. Hep belirli zaman dilimlerine sıkıştırılmış ziyaretlerle sınırlı kaldı. Annem hep oradaydı. Çok sonra evim de yabancı gelmeye başladı, odam, eşyalar zamanla değişti. Misafir gibi hissettim kendimi. Ben miydim 17 yılını o evde yaşayan? Camdan dışarıya baktığımda gördüğüm görüntüler bile değişti. Evimizin balkonundan gördüğüm hırçın Karadeniz yoğun bir sis inmişçesine ardı ardına yapılan apartman bozuntularına yenildi ve görünmez oldu. Ben ne çok değiştim bu sürede, annem ise hep oradaydı, bildiğim güvendiğim sakin limanım gibi hep sevgiyle karşıladı beni. Aramızda bitmeyen tek duygu ise özlemdi. Bunca özlerken her biraraya gelişimizin belki 2 belki 3. gününde başlayan benim aksiliklerim, sivri dilim belki de şımarıklıklarım yüzünden annemle olur olmaz konularda tartışmaya başlıyor, bu tartışmalarda annem hep susarak beni dinliyor ve ne zaman susacağımı bekliyordu. Aslında bu değişti mi, hayır hala böyle, zaman zaman düşündüğümde kendimi çok kötü bir kız çocuğu olarak görüyorum. Yaşam akıp giderken beni üzen kıran onca insana içimden gelenleri tüm dürüstlüğümle söyleyemeyen, karşısındaki incitmemek uğruna kelimeleri eğip büken ben, yalnız annem olduğunda kendine ve duygularına bu kadar mı dürüst olabiliyor hala anlayamadım. İnsanın en değer verdiği varlıklardan birini istemeden de olsa üzmesi ne büyük bir çelişki. Ne garip eskiden olsa en değer verdiğim varlık olarak nitelendirirdim annemi, oğlumdan sonra bu sıfat ona ait oldu.
Bir insan en çok annesine dürüst olabiliyor, biliyor çünkü her ne yaparsa yapsın anne orada ve her haliyle kabullenecek seni. Karşılıksız, hesapsız kitapsız sevecek, sevmeye de devam edecek. Annelik müessesesinden emekli olunmuyor çünkü.
Evimin balkonundan görünen hırçın Karadeniz’in, insanları üzerinde, bu anlamda bir hırçınlık yarattığına artık kesinlikle inanıyorum. Saman alevi gibidir kızgınlığım, sonunu düşünmeden bir çırpıda çıkıverir sözcükler ve ardından hemen ardından gelen pişmanlığın çırpınışları.
Evet bir zamanlar mektuplar yazardım, günlükler tutardım, şimdilerde blog aldı bunların yerini. O mektupların yerini de böylesi yazılar dolduruyor. Ben mektup yazdım, annemse notlar… Hiç bıkmadı bana not yazmaktan, çoğunlukla tembihlerle dolu bir içerikten oluşan, şehirlerarası yolculuk yapan ve sevdiğim yemeklerden oluşan kolilere iliştirilmiş notlar… Hatta bir keresinde 14 Şubat sevgililer gününde en yüce sevgi diye annelik üzerine bir şiir yazıp hediye etmişti bana.
Bazı görüntüler vardır hani, ne yaparsanız yapın hiç gitmez gözünüzün önünden, birdenbire birşey oluverir ve o ana dönersiniz anlayamadan. Çok ciddi bir ameliyat geçiren annemi henüz 5 yaşlarındayken 1.5 ay görememiş ve çok özlemiştim. Bugün gibi hatırlıyorum o özlemi. Evde bir kazağını bulmuştum annemin siyah renkli. Günlerce onu koklamıştım o özlemi dindirmek için, bugün gibi hatırlıyorum. Ve işte o zaman öğrendim annelerin bir kokusu olduğunu, başka hiçkimsede olmayan…
Oğlum 4 yaşında ben 33
Henüz 4 yıllık bir anneyim, bu 4 yılda verdiğim emeği düşündükçe 33 yılın emeğinin karşılığını tasavvur bile edemiyor insan. Ve bu 33 yıl boyunca sevgili annem kararlarımda hep özgür bıraktı beni, en başta da sonsuz güvendi bana. Her ne kadar abim için tuttuğu “Bebeğimin Güncesi” adlı defterden benim için tutmamış da olsa (2. çocuk olma bahtsızlığı) her anne gibi beni kayıtsız koşulsuz sevdiğini çok iyi biliyorum. Bunu anne olunca çok daha iyi anladım.
Çok sevdiğim bir arkadaşımın bir sözü vardır; “Kişisel mahkemeler tatile girmez”. Bugün kişisel mahkemem annem için kuruldu. Sanık da benim, yargıç da, tanık da… Bir tür günah çıkarıyor, vicdanımla kendimi yargılıyorum. Bu yargılama bu blogda ve 33 yaşında olacakmış meğer;
Seni üzdüğüm her an için burada herkesin huzurunda senden özür diliyorum ve hiç çekinmeden internetin sonsuzluğuna haykırıyorum anneciğim seni çok seviyorum…
Ben 33 annem 59,
AnNeLer GüNüMüz KuTLu OlSuN…
Bir Kişisel Mahkeme için 13 cevap