Sonisphere 2010 /İstanbul…
Doğduğumda sevgili anneannem ilk kez bir kız toruna sahip olmanın mutluluğuyla eski ve hala süren geleneği yerine getirmiş ve büyüdüğümde bana verilmek üzere iki altın bilezik almış. Çocukluğumda bundan bihaber olsam da çok sonraları bu bileziklerin varlığını annemden öğrenmiştim.
1993 yılında liseden mezun olduğum yıl, üniversite sınavını da hakkıyla atlatmış bir genç kız olarak içimdeki müzik aşkı depreşmiş ve ilk kez Türkiye’ye gelip stadyum konseri verecek olan efsane grup Metallica’yı dinlemeye gidebilmek için türlü türlü hain planlar kurmaya başlamıştım. Gitmeme engel olmayan sevgili annem ve babam her ne kadar bu konser için izin verseler de para vermemişlerdi. Nerden bulacağım diye düşünürken aklıma anneannemin altın bilezikleri gelmişti. Sadece bir tanesini bozdurmak yetiyordu ve gözümü kırpmadan konsere gidebilmek için bileziklerden birini bozdurup konser biletimi temin etmiştim.
Bir genç kızın kendisinden sadece 1,5 yaş büyük olan azılı bir müzik sever hatta “Rocker” abisi varsa sonuç kaçınılmaz oluyordu. O yıllarda model aldığım tek insan abimdi, o ne dinlerse onu dinler, hangi düşünceye savunursa onu desteklerdim. İstanbul’da öğrenci olmasının avantajıyla sevgili abim, her stadyum konserinde yerini alıyor ben de uzaktan uzağa iç geçirerek “Ahh ben de orada olsaydım” diyordum. Ama bu kez biletim vardı ve konserden 3 gün önce soluğu İstanbul’da almıştım, tam 17 yıl önce…
Aradan 17 yıl geçti, efsane grup yeniden İstanbul’daydı sadece o değil pek çok ünlü grup 3 gün boyunca İnönü Stadyumunda sahne alacaktı. Bu benim için 80’li yıllarda deliler gibi dinlediğim Rock, metal, trash tarzı müzik yapan ne kadar grup varsa hepsini bir arada dinleyebilmek demekti. Yine gözümü kırpmadan biletimi aldım ama bu kez bilezik bozdurmaya gerek kalmadan…
34 yaşındayım ve ilk kez 17 yaşımda gidebildiğim stadyum konserinin ikincisini tam 17 yıl sonra tekrar yaşama şansım oldu. Konser başlamadan önce derin düşüncelere dalıverdim. 17 yılda ne çok şey değişmişti? Sevgili abim 17 yıl önce o biletleri alabilmek için uzun bir kuyrukta beklemiş ve almıştı, tek şansımız biletleri elden teslim almaktı. Bu kez ise bilgisayar başında, oturacağımız yerleri bile seçerek birkaç tuş darbesiyle biletlerimizi temin etmiştik. Yer derken 17 yıl önce stadyumda ayakta izlenen ve saha içi kısımdan ancak bilet satın alabilirken 17 yıl sonra VIP ve numaralı kısma terfi etmiştim. O yıllarda saatlerce ayakta durmak, ezilme veya kafama birinin kusma tehlikesine aldırış ettiğim yoktu. Hatta konserden 2 gün önce soluğu stadyumda almış daha önlerde yer alabilmek için bir gece sabahlamıştık, uykusuz… Kapılar açıldığında alabildiğince koşup yerimizi aldıktan sonra konserin başlamasına saatler kala kavurucu sıcağın altında beklemiştik. Bunların hiçbiri nedense hiç zor gelmiyordu bana, susuzluktan öleceğimi sandığım bir anda bile su almak için sıradan ayrılmamış, çantamızda bulunan salatalıkları yiyerek susuzluğumuzu gidermeye çalışmıştık. Su içmek, yerimizden ayrılıp tuvalete gitmek, hele hele yiyecek alabilmek bir lükstü ve ayrıcalıktı. Bu kez, stadyuma arabamızla keyifli keyifli müzik dinleyerek gidip, hiç sıra beklemeden konserin başlamasına dakikalar kala belirli olan yerimize oturmuştuk. Bir önceki konsere benim dışımda 3 kişilik bir grupla katılmıştım, bu kez yine benim dışımda 4 kişi vardı. Bir ara abim saha içindekileri gösterip gülüyordu bana “Yaşlandık artık veteran takımındayız, ayakta bile duramıyoruz” diyordu. Değişenlerden biri de kendim dışındaki 4 kişinin fotoğrafını çekmek isterken oldu. 17 yıl her birine kilo olarak katkıda bulunmuş, o uzun güzelim saçlar tel tel olmuş, baskılı tişörtlerin yerini normal kıyafetler almıştı ve bu kareyi fotoğraflamak isterken hepsini aynı kareye sığdıramadım.
17 yıl sonra 51 yaşında olacağım, tekrar stadyum konserine gidebilmek için bir 17 yıl daha bekler miyim bilemiyorum ya da Metallica grubunun üyeleri hala hayatta olabilir mi, tartışılır. 80’li yılların efsane gruplarını 3 gün boyunca sahnede izlemek, her şarkıda çok eski yıllara dönüp hala bağırarak şarkı söyleyebilmek ve hatta kafa sallamak benim için nasıl güzeldi, nasıl da hoş bir deneyimdi. Çünki sahnede çalan parçalar ya da çalan gruplar öylesine gruplar değildi, gençliğim, çocukluğum sahnedeydi sanki. Ve yanımda her biri çok uzun yıllara dayanan çok sevdiğim insanlar vardı.
Daha rahat daha konforlu bir konser seyri olsa da her yaşta farklı oluyor beklentiler. 17 yaşımdayken konserin tadının ayakta ve o insan kalabalığının ortasında çıkacağını düşünürdüm. Şimdi ise ne “pogo” yapanların arasında olmaya ne de susuz, nefessiz kalmaya tahammülüm kalmadığını görmekteyim.
Her ne olursa olsun İstanbul’da geçirdiğim 3 gün yaşamımın ilk 17 ve son 17 yılının özeti gibiydi. Değişenler, değişimlerimleriz bir yana, içimde, içimizde hiç bitmeyen müzik aşkı. Neden mi? Çok komik aslında; Konser sonrası eve dönerken arabada 4 tane azılı Galatasaraylı varken tutup Kıraç’ın seslendirdiği Fenerbahçe marşını, sadece müziği çok güzel olduğu için son ses bağırarak söylüyorduk. Ne diyeyim müziğin dili evrensel galiba ve ne taraftarlık ne de milliyet tanımıyor. Hayatımda müziksiz yapamadığımı zaten biliyordum da, bir 17 yıl daha böyle bir organizasyondan mahrum olmak istemediğimi de bu sayede öğrendim.
17 Yılda Bir için 11 cevap