Sabah evden çıktığımda en büyük keyfim sabahın sessizliğinde içimdeki müziğin sesini açmak olur. Güne müzikle başlamak ve trafiksiz ıssız yollarda çalan müziğin sesini neredeyse sonuna kadar açıp avaz avaz şarkı söylemek güne iyi bir başlangıçtır bana göre. Kah sert bir metal parça kah bir pop şarkısı kah isyankar bir şarkı ile güne başlıyorum. Ruh halime göre seçtiğim ve eşlik ettiğim şarkılar da değişiyor.
Ve bu sabah….
“Her şey ne kadar hızlı
Her şey ne kadar çok
Oturup ince şeyler düşünmek için vakit yok
En son ne zaman baktım gökyüzüne?”
Sözlerini bir kez, bir kez daha düşündüm, üst üste üç kez dinlerken ve bağırarak söylerken…
Bendeki çağrışımları çok farklı oldu. Ben, en çok yetmiyor zaman kısmına ve her şeyin ne kadar çok olduğuna, bu ÇOK’lukta gökyüzüne dahi bakmadığımıza, bir sabah bile güneşin doğuşunu izlemediğimize, nefes alabiliyor olmanın, sahip olduklarımızın ne büyük mutluluk olduğunun farkında olmadığımıza takıldım ve tüm bunları unutup her şeyi ÇOK yaşamaya ve aşıralaşmaya başladığımızı düşündüm.
Okul yıllarımda öğrendiğim iletişimin dört temel öğesinin rafa kalkmasının üzerinden epeyce zaman geçti sanki. Kanal hangisi, geri bildirim nerede ben de bilemiyorum artık. Bir iletişimci olarak tüm öğretilenlerin artık yetmediği bir dönem yaşadığımızın da farkında olalı epey oldu.
Her şey ne kadar çok, iletişim ne kadar çok…
Birisine posta mı koymak istiyoruz? Çok basit takibi bırakıyoruz; bak ben seninle ilgilenmiyorum artık umurumda değilsin. Hayatımdan silmek istiyorum seni, hemen facebook’da arkadaşlığımı bitiriyorum, bak seni çok beğeniyorum, takdir ediyorum, her paylaşımını ve seni izliyorum seni Beğen’iyorum, seninle ilgileniyorum, seni takip etmeye başladım. Seni onere etmek istiyorum, paylaştığını paylaşıyorum ve seni retweet’liyorum.
Kendimizi, kimliğimizi, düşüncelerimizi, sevip sevmediklerimizi, sahip olduğumuz profillerimiz ile anlatıyoruz başkalarına. Bak ben bu görüştenim, bunu desteklerim, bunu severim, buna katılırım/katılmam diyoruz. Sanal kimlikler dünyasında sanal sanal takılıyoruz, aslında oldukça gerçekken… Ne çok yazdım ben de bu konuda. Yok yok bu bir eleştiri değil kesinlikle, öyle olsa demezler mi bana e o elinden telefon niye düşmüyor diye? Yazmıştım yine bir zamanlar “Sanalım Sanalsın Sanal” diye… Konu aslında ne sanal kimlikler ne de bu profiller… Elbette bu da tartışılır; elden hiç düşmeyen telefonlar, aynı masada konuşmayan insanlar… Yok yok gerçekten eleştirmiyorum, kaçınılmaz oldu bu durum.
Benim demem o ki her şey ne kadar çok, bu teknolojik ilişkiler ne kadar çok… Bakıyorum kendime tüm yazışmalarımı, ilişkilerimi neredeyse her şeyimi telefonumla hallediyorum. İş için saatlerce messenger’da yazışabiliyorum, fotoğraf veya bilgi paylaşmam gerektiğinde hemen whatsapp’ımı açıyorum, sms, telefon, e-posta; bunlardan bahsetmeye dahi gerek yok onlarsız olur mu hiç? Benim bahsim ilişkilerin, iş yapış biçimlerinin içerisinde bu denli çok olması bu zımbırtıların.. Öfkemizi, tepkimizi sevgimizi, itirazımızı, desteğimizi hep bu çok’lu iletişim kanalları ile yapıyoruz.
Bir arkadaşım yazmıştı geçenlerde; “İşle ilgili mail gönderiyorum, bekliyorum yanıt yok, sonra whatsapp’tan mesaj atıyorum mail attım bak diye; ‘hemen ilgileniyorum’ diye yanıt veriyor. 30 yaş altı kişilere iş yaptırmak için kişisel whatsapp ve instagram hesaplarına erişiminiz neredeyse şart oldu. 30 yaş üstündekilerde instagram yerine facebook messenger daha fazla iş görüyor, whatsapp da fena değil. 40 yaş üstüne ise telefon açmak şart, 50 yaşta yanına gitmen lazım. Acı ama gerçek.”***
Ben? Ben mi? Kafam bozuldu, instagram’ımı kapattım, facebook’da takibini bıraktıklarım var, sildiklerim de oldu, twitter’da retweet yapmayı azalttım, messenger’daki iş için ve sohbet için yazışma sürem her geçen gün artıyor, whatsapp’da sohbet grup sayım 12’ye çıktı, okul velileri oradan okulu çekiştiriyorlar, linkedin’de iş dışında paylaşılanları artık izlemeyi bırak seçeneğini işaretleyerek ağ bağlantısında fazla takipte az olarak sürdürüyorum varlığımı, aylık 5000 dakika konuşma 1000 sms paketim var, günlük ortalama e-posta trafiğim 50-100 arasında şimdilik, her bildirim için telefonumdaki ses tonları farklı, sürekli farklı seslerle uyarılıyorum, dürtülüyorum. Ben mi? Ben de ÇOK’um.
Ve tüm bunların arasında düşünüyorum ve fark ediyorum ki hala gökyüzüne bakmamışım.
*** Tırnak İçi Düşünceler Burak Doğu’ya aittir.
Gökyüzüne Bakmak için 4 cevap