Bu kadar uzun süre ara vermemiştim hiç. Temmuz 2019’dan bu yana neredeyse bir yıl geçmiş. Tüm bu yazılanlar/blog aslında tarihe bir not düşmek, dönüp de geçmişi anımsamak istediğimde içimden taşanları yazıyla kayıt altına almak için. Bu son bir yılda “neler oldu, neler bitti” değil bu yazının konusu ama öyle çok şey oldu ki ve bu süre içerisinde teknik bir arızadan kaynaklı olarak altı aya yakın bloğuma erişemedim. Erişemediğim süre içerisinde de hep zihnimden yazdım, suya yazmak gibiydi zihin yazıları, uçuştu kayboldu. Kağıt kalem bileşkesi bu kez uzak geldi bana.
Tarihe not düşmek için yazmak istedim belki çok seneler sonra bu günleri hatırlayıp anlattığımda pek çok kişiye inanılmaz gerçek üstü gibi gelecek. Gerçekten de 2,5 ay gerçek üstü gibiydi. 100 yılda bir olan salgın hastalığın tüm dünyayı etkisi altına aldığı, hepimizin evlere zorunlu olarak kapanıp karantina denilen, ruhumuzun da karantina altına alındığı bir uzaklaşma, bir durma, hayatı dondurma ve kendi kendimize kalma hali yaşadık. Herkes kendi karantinasını kendi duygu dünyasında farklı şekillerde yaşadı. Ben neler yaşadım?
En çok da üzerimden eksik olmayan çamaşır suyu kokusu ve üzerimde her daim olan beyaz un damgasını vurdu diyebilirim bu döneme. Korku, endişe, durgunluk, hayatı dondurma, ev hali, boyasız saçlar, ihtiyaç olmadıkça önünden dahi geçilmeyen hastaneler, evde kendi kendine yetebilme, sürekli yemek yapma, her gün yeni bir şey deneme, balkonda nefes almalar, yeni müzikler, yeni kitaplar keşfetme, seyredilmemiş ne kadar dizi varsa izleme, dinlemediğim müzikleri dinleme, müzik eşliğinde mutfakta geçen saatler, kafanın dumanlı olduğu derin düşüncelere daldığım mutfak seremonileri, haftada bir gün sadece dışarı çıkıp market alışverişi yapma, sonrasında kaynar sularla kendini dezenfekte etme, saatlerce marketten alınanları çamaşır suyuyla silip yerleştirme, deli, akla ziyan bir süreç, maskesiz eldivensiz sokağa adım atmama, her beş dakikada bir elleri dezenfekte etme ihtiyacıyla garip bir psikoloji.
Ve sonra bir an gelip de fotoğrafta geride duran anne babama bakıp gözlerimin dolması, kalkan cenazelerde, gömülen ölüler de bile kimsenin yanında olamamak, çok uzaklarda bir yerlerde bir balkonda çalınan şarkıyı dinlediğimde insanların balkonda birbirlerine şarkı söyleyerek destek olduklarını gördüğümde dolan gözlerim, sürekli ağlamak, sürekli duygulanmak, sürekli geçmişimi, çocukluğumu, 80’leri düşünmek, sahip olduklarının aslında ne kadar güzel şeyler olduğunun bilincine varmak, bir dostla bir kahve içmenin bir nimet olduğunu anlamak… En çok da baharı özlemek, deniz kokusunu hissetmenin ne kadar muhteşem bir şey olduğunun farkına varmak, kimsenin sokağa çıkamadığı günlerde doğanın huzurlu sabahlarına kuş sesleri ile uyanmak, 24 saat evde ailenle birlikte olmak…
Bir karantina böyle bitti işte, bu duyguları bıraktı. Sevdiklerimi yolcu ederken sarılamadığım an’da kaldım sanki. Duygu dünyamızı da dondurduk. Ailecek hiç bir arada olmadığımız kadar bir aradaydık. Kim bilir bir zaman gelecek bu an’ları da özleyeceğiz.
Yeniden bloğuma kavuşmanın mutluluğunun yanı sıra bu dönemde zihnimde yazdıklarımı yavaş yavaş yazıya dökebileceğim.
Hayat her zaman kendi hikayesini kendisi yazdırıyor. Sevgileri bir mesafeye sığdırma çabamızın yarattığı o duygusal karantina çabuk biter umalım. Hiç bir sevgi sosyal mesafeye sığamıyor ben en çok bunu anladım bu dönemde. Burnumun direğini sızlatan hüzün ve aklıma geldikçe gözlerime hücum eden o yaşlarla sevgili 2020’den ilk seslenişim ve umutla bloğuma yeniden merhaba deyişim olsun.
Sevgi ve umutla, her zaman…