Bayram Tadında Dostluk

“Değişmeyen tek şey var; değişmenin kendisi”

Ne haklı bir söz değil mi? Sıkça tekrarlarım ama bugün karar verdim bazı şeyler de ne olursa olsun değişmiyor aynı kalabiliyor. Bizde kalanlar, kalıcı olanlar ve hiç gitmeyeceğini bildiklerimiz…

Bayram günlüğü mü tutsam diye düşündüm, vazgeçtim. Yaptığım çok kayda değer farklı birşey yok çünkü. Ama bayramın 2. gününü yazmadan duramayacağım.

Hava soğuk Ankara’da hem de nasıl.. Kızılay’dayım ama aslında nerede olduğumun da bir önemi yok. Çünkü yanımda en yakın dostum var. Malesef ayrı şehirlerde yaşıyoruz, İstanbul demek, o demek benim için. Yıllarca birbirimizin yüzünü görmesek de ilk gördüğümüz an “Eee nerede kalmıştık” diyebilecek kadar samimi, konuşacak birşey bulamadığımızda suskun kalmayı dert etmeyecek kadar rahat, farklılıklarımıza aldırmadan her daim ağız dolusu gülebilecek kadar da komik bir dostluğumuz var. Beraberken saatlerin nasıl geçtiğini anlamıyorum, zaten iki Karadenizli bir araya gelince dışarıdan onların konuşmasına bakan, kavga ediyorlar sanabilir. Zira hararetli, yüksek tonda ve alabildiğince özgür, içimizden geldiği gibi yankılanıyor Kızılay’da kahkahalarımız. Hava gerçekten soğuk, dışarıda oturuyoruz hep, iyice üşüyünce dolanmaya başlıyoruz. Isınmak için ve “Hadi gel nostalji yapalım” biraz diyorum ve İmge Kitabevine giriveriyoruz. Yolum Kızılay’a düşemediği için alışveriş merkezlerinin son icadı kitapçılarda dolanır olmuştum bir süredir, kitap alabilmek için. Nerde kaldı Dost Kitabevi önü buluşmaları? Öğrencilik yıllarında.. Ama ben İmge’ciydim adından mıdır bilmiyorum daha sıcak gelirdi bana. Dostumla tüm reyonların önünden sıra ile geçip birbirimize okuduğumuz kitapları tavsiyelerimizi ve yorumlarımızı sunuyoruz.

Mutluluk bazen çok küçük anlarda gizli. Dışarıya inat, içim sıcacık, en sevdiğim kitapevinde ve yanımda en sevdiğim dostumla kitap bakınmak… Dayanamayıp hemen birbirimizin tavsiyelerine uyup kitapları dolduruyoruz kollarımıza. Çok düşündüm aslında, kitap almak mı, kitaplara bakmak mı, bir solukta okuyup bitirmek mi, bittikten sonra özenle raflara yerleştirmek mi, üzerinde tartışmak mı, yorumlamak mı hangisi daha keyifli? Ya da yeni aldığım kitaba mutlaka adımı soyadımı alındığı tarihi ve şehri ayrı bir özenle yazmak mı? Sonra bazen durup kitaplığımı seyretmek, her okuduğum kitapla ilgili kısacık anıları biriktirmek mi? Hepsi birbirinden keyifli aslına bakarsanız. Elimde kendime aldığım bayramlıklarla kasaya doğru ilerliyorum. Kredi kartına taksit yapılıyormuş. Nedense bir anda aklıma geliyor “Aaa benim burda taksit kartım var”. Hani kredi kartının olmadığı zamanlarda açılmış. Bakalım diyor kasiyer;

“Adınız?”

“Nihan Özdemir”

“Hımm böyle bir kayıt yok”

Dank ediyor aklıma sonra;
“Pardon ya tabi, Nihan Gümrükçü, eski soyadım”

Evet işte hala duruyor, 3 önceki ev adresim, 2 önceki iş adresim, 3 önceki telefon numaram. Bilgiler tekrar güncelleniyor. Bir tuhaf oluyorum. Kasiyere “Doğum tarihim değişmedi ama” diyorum. Kaç yıl olmuş sahi, sayamadım bile. Bu kez kucağımda kendime aldığım bayramlık kitaplarımın yanında Tren Thomas’ın maceralarından oluşan 2 hikaye kitabı daha var, bu da butçuğun bayramlıkları. O an karar veriyorum oğluma her bayram yeni kıyafet yerine yeni kitaplar alacağım. Her daim alınsa bile bayram demek kitap demek olsun onun için.

İmge Kitabevinin kendi gibi hoş olan kitap kokulu bir cafesi var orada devam ediyor sohbetimiz. Uzun bir yolculuğa çıkıyoruz sanki zaman tünelinde Ankara – İstanbul arasında. Ne çok gidip gelmişiz birbirimizi ziyarete farklı şehirlerde öğrenci iken. Hiç unutmuyorum bir keresinde; sanırım üniversite 2. sınıftaydım, final zamanı ders çalışıyorum yanı başımda radyo dinleyerek. Finallerin başlamasına 1 hafta var, canım sıkkın ama çalışmalıyım. Birden radyoda program sunan kişi “Bir anda çantanızı alıp, kapıdan çıkıp ben gidiyorum dediniz mi hiç? Bir dostunuzu ziyarete, bir anda karar verip bir çılgınlık yaptınız mı başka şehre?” diyor. Ben aynen içimden cevap veriyorum; “Hayır yapmadım ama yapacağım” Kalkıyorum masamdan, çantamı alıp üzerimi giyiniyorum. İçerdeki ev arkadaşıma “Ben gidiyorum” diyorum, “Nereye?” diyor, “İstanbul’a, Elif’e” diyorum. Ördek gözlerle bana bakıyor, “Haa ama param yok bana borç versene” diyorum. Soluğu Gar’da alıyorum, gece 23 treninde yer buluyorum, dostumu arayıp ben geliyorum diyemiyorum, öğrenci evinde telefonu yok, cep telefonu o yıllarda icat kapsamında bile değil. Üstelik ev adresini de bilmiyorum, kaldı ki İstanbul’u hiç bilmiyorum. Trenden inip Haydarpaşa’da denize baktığımı sonra da ilk karşıma çıkana Yıldız Teknik Üniversitesi’ne nasıl gidileceğini sorduğumu hatırlıyorum. Okuldan içeri girip koridorlarda arkadaşımı arıyorum, o gün dersi var mı, okulda mı onu bile bilmiyorum. “En kötü bir sonraki trenle geri dönerim, kendime bir İstanbul simiti ısmarlayıp” diyorum içimden. Çılgınlığım amacına ulaşıyor, ilerden gözlerini ovuşturarak inanamayan bir yüz ifadesiyle bana koşan dostumu görüyorum. Uzun süre gerçek olamaz diye kendi kendine söylenip neden sonra akıl ediyor da bana doğru koşuyor. Beraber 2 gün geçiriyoruz ve ben sonra finallerime dönüyorum. İşte bu yüzden İstanbul demek, o demek, sayısız gidişlerim olmasına rağmen en özeli olduğu ve her gidişimin onu görmek sebebi ile olduğu için…

Değişmeyen tek şey değişimin kendisi ama kalıcı olanlar da var demiştim; içinde kitaplar, öğrencilik yılları ve dostuma ilişkin çenemin düştüğü bu yazıda.

Benim için 21 yıla uzanan bu dostluk hiç değişmedi, hala taptaze, hep nerde kaldığımızı sorgulamaksızın…

Kendini birilerinin dostu hisseden ve dostu olan herkese dostluk tadında bir bayram diliyorum.

 

Sevdiysen Paylaş
Bu yazı Ordan Burdan İçimden kategorisine gönderilmiş ve , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bayram Tadında Dostluk için 13 cevap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.