Kırık Güveç

                           

Kabaca bir hesap yaptım, hayatımızda kaç kez Ramazan ayını aynı ayda karşlılıyoruz ya da aynı aya denk geliyor diye…. Yaptığım hesaplar aşağı yukarı doğruydu ve sonra tam olarak öğrendim ki 32 yılda bir aynı aya denk geliyormuş. Dolayısıyla Türkiye ortalamasında herhalde bir insan, ömrü boyunca 2 kez aynı aylarda iftar sofrasına oturabiliyor.

Şöyle ki; 5-6 yaşlarımdayken Ramazan ayı Temmuz ayına denk düşmüştü. 4 yıl daha beklemem gerekiyor tekrar Temmuz ayında yaşanmasını görmek için. Ramazan ayını hep yaz mevsimi ile bağdaştırmamın nedeni ise  hafızamda yer etmiş olan Kırık Güveç’in hikayesidir.

Babamın görevi dolayısıyla Tokat’ın Erbaa ilçesinde kalıyorduk ve bizler gibi orada görev için bulunan diğer aileler de lojmanda kalıyorlardı. Her akşam havanın kararmasını ve top sesini duymayı bekliyorduk, yaşıtımız diğer çocuklarla. Bir akşam lojmanda kalan tüm ailelerin Bey’leri ertesi gün için iftar yemeğini yapmaya gönüllü oldular. Karar verildi, Bayanlar o gün hiçbirşeye ellerini sürmeyecekler, Bey’ler de övüne övüne bitiremedikleri o meşhur güveçlerinden yapacaklardı. Biz meraklı bütün çocuklar, güvecin nasıl yapıldığını, nasıl hazırlandığını izlerken bahçede yakılan ateşin üzerinde güveç de demlene demlene pişmekteydi. İftar saatine çok az bir zaman kala, masa ve diğer yemekler hazırken babam meşhur güveçlerini kurulan büyük masaya taşıma görevini üstlenmişti. Bir kat çıkılacaktı altı üstü ve ne olduysa o an oldu; ki iftar saatine de dakikalar kalmıştı. Bu arada Hanımlar heyecanla ve merakla masa başında güveci ve iftar saatini bekliyorlardı. Babamın merdivenlerde ayağı takıldı ve güveç tenceresi ortadan ikiye ayrıldı ve tüm yemek de merdivenlere saçıldı. Hiç unutmuyorum babamın soğukkanlılığını; “Ne yapalım, iftar saati olmuş yapacak birşey yok” deyip, kaşıkla yere dağılan güveci toparlamaya ve getirilen başka bir tencereye doldurmaya başladı. Diğer Bey’ler de babama yardımcı oldular, bir tanesi etleri toplarken diğeri sebzeleri toparlıyordu ve tabi bir diğeri de kırık güvecin parçalarını. Tüm yemek yerden toplandıktan ve üzerine de gerekli şekil verildikten sonra suç aleti güveç tenceresi de çöpe atıldı.

Bayanlar hali ile güvecin neden güveç tenceresinde servis edilmediğini sorduklarında  babamın cevabı yine hazırdı: “Tenceresinden çıkmış güveç makbuldür, tencerenin kokusu sinmesin diye.” Herkes birbirine baktı, vardır herhalde Bey’lerın bir bildikleri ifadesi vardı yüzlerinde. O akşam iftar sofrası her zamankinden daha neşeliydi. Eşlerinin yemek yapması ve suya sabuna dokunmamaları Bayanların çok hoşuna gitmişti. Bir ara annem güveçten yerken ağzına küçük parçalar geldiğini ama ne olduğunu anlayamadığını söylemişti ki bu da bir şekilde geçiştirildi. Meğer bu güvecin kırık parçalarıymış. Çocuklar olarak bizler tüm bu gelişmelere şahit olmuş, hiçbirşey söylemeyeceğimize dair babalarımızdan gerekli rüşveti de temin etmiştik. Ağzımızı bıçak açmıyordu ama güveç de yemiyorduk. Aradan uzunca zaman geçti, babam istediğim bir şeyi almayınca çok kızdığım için anneme gidip o geceki güvecin hikayesini anlatmıştım, başta annem ve diğer tüm Bayanlar bir daha eşlerinin elinden daha doğrusu yerden yemek yememeye ant içmişlerdi nerdeyse.

Yazının anafikri mi? Biiirr: Ramazan 32 yılda bir aynı aya tekabül eder; benim için ise mevsimi yazdır. İkiiii; güveç yerken artık iki kere düşünürüm ve hep aklıma Kırık Güveç hikayesi takılır.

Sevdiysen Paylaş
Bu yazı Yemek Hikayeleri'nden kategorisine gönderilmiş ve , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Kırık Güveç için 4 cevap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.