“Zaman sessiz bir testeredir.” *
Günde kaç kez saatime bakıyorum? Kolumdaki, duvardaki ya da bilgisayar ekranındaki?
Günde kaç kez “Zaman ne kadar da hızlı geçiyor” diyorum?
Günde kaç kez “Şu zaman olsun ya da şu zaman geldiğinde” ile başlayan cümleler kuruyorum?
Günde kaç kez zaman üzerine düşünüyorum? Belki de hiç…
İşte bugün düşündüm, kendisinden bunca sıklıkta bahsettiğim, pek çok durumu ya da olayı ona endekslediğim zaman kavramını bugün düşündüm.
Okul yıllarında felsefe dersi ile ilk tanıştığım dönemlerde pek çok düşünürün sözlerini fikirlerini okuyor ve anlamaya çabalıyordum. “Niye düşünmüşler bunları, ne gereği varmış?” gibi çocukça sorularımın yanı sıra en çok o meşhur söz hafızamda yer etmişti. Sık sık da tekrarlarım; “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz” .* Zamanın ne denli akışkan olduğunu en iyi özetleyen söz bu sanırım.
Oğlumun kitaplığında, ona aldığım Tübitak yayınlarının pek çok kitabı var. Çeşitli kavramları anlatmaya, öğretmeye yarayan çok faydalı bulduğum kitaplar bunlar. Her akşam bu kitaplardan birini okuyoruz oğlumla, tüm kavramları (uzun-kısa, eksik-fazla, zayıf-şişman gibi) kolaylıkla açıklayabilirken zaman kavramına gelince tıkanıyorum. “Zaman ne demek anne?” diye başlıyor ilk soru ve ardından “Bana zamanı göstersene” diye somut birşeyler istiyor. Gece ve gündüzü anlatmak kolay ama gel gelelim saatlerde zorlanıyoruz. “Akreple yelkovan niye saatin içinde yaşıyorlar anne? Niye kovalıyorlar birbirlerini?” Uyku saatimiz akşam 21; “Saat 9 nasıl oluyor?, nerde duruyor bu çubuklar?” “Olmasın 9 anneeee…” diye uzayıp giden ve benim de felsefik açılımlarına girmeden çok basit olarak anlatmaya çalıştığım ama ne derece başarılı olabildiğimin tartışıldığı birşey zaman. Ahh oğlum henüz annen kavrayamadı ki zamanı sana nasıl anlatsın?
Zaman üzerine zaman zaman düşünmek gerekiyor belki de, işte bugün yaptığım bu.
“Zaman, tanımlanması en zor mefhumlardan biri. Buna rağmen hepimizin aklında zaman tanımı üzerine çok net olmasa da bir takım düşünceler var; Kah hızlı, kah yavaş akıp giden, geçen, ani, bir daha geri dönmeyen, varlğını hissettiğimiz fakat tutamadığımız bir şeydir bu zaman. Zamanı tanımlamak için insan algılarını esas almaktan başka yapabileceğimiz bir şey yoktur. İnsan algıları “Zaman akışı düzenli midir? Düzensiz midir? Hızlı mıdır? Yavaş mıdır?” gibi sorulara somut yanıtlar veremez. Dolayısıyla zaman kavramının nesnel olarak tarifi zor ve felsefi sorunlarla doludur. Zamanın nesnel olarak, emin olabildiğimiz tek niteliği, içinde bulunduğumuz ana göre belli bir yönde ilerlemekte olduğudur. İçinde bulunduğumuz şu anı, geçmişimizi, şu anda yaptıklarımızı da geleceğimizi de belirler. Zamanda geri dönüp geçmişimizi değiştiremeyiz. Zaman, içinde bulunduğumuz ana göre geçmişten geleceğe doğru akar.” *
Bir fiozof “Mutlu insanlar saat taşımaz, ve saate bakmazlar” demiş. Bu, pek mümkün gibi görünmese de zamana yüklediğimiz alt anlamlar düşünüldüğünde ne çok beklentimiz vardır zamandan. Aslında burada, bence düşünülmesi gereken; yavaş ya da hızlı olmasının, ilaç olmasının ya da ızdırap vermesinin duruma göre değişebileceği… Zaman gerçekten ilaç mı? Neyin ilacı? Bazen geçmesini istemediğimiz, bazen o an’da donup kalmasını arzuladığımız, bazen de bir an önce ileriye sarsın dediğimiz zaman. Kelimesinin içinde sadece bir an’ı barındıran ama aslında sayısız an’lardan oluşan zaman. Bir aşk ya da ayrılık acısı yaşıyorsanız eğer, zamanı ilaç olarak görebiliriz. Diğer taraftan ömründe sadece sayılı günleri olduğunu bilen bir hasta için ise ne denli bir zehirdir zaman. Akreple yelkovanın her devinimi ömründen azalıp giden, yitirilen an’ların habercisidir. Ve bir de üçüncüsü var ki, bazı an’larda hayatımızı dondurma isteği. Ve hiç o an’dan dışarıya çıkmak istememeyi diler oluruz. “Zaman orda donsa, kalsa” deriz. Ya da başka bir zaman arzularız. Kimbilir belki çok erkendir bazıları için ya da başka bir şeye geç kalmışızdır. Bu yüzden denir ya hep zaten, “Doğru zaman” diye. Kime, neye göre doğru zaman? Şartlar uygun düşmediğinde başka zamanda karşılaşmayı ummak da mı zamanın suçu? Dönelim ilk önermeye; zamanın ilaç olduğu konusuna. Evet zaman acıları iyileştiriyor, olgunlaştırıyor, kanıksatıyor. İlk günkü o acının yoğunluğu an be an azalıyor.
Yüklenen bu farklı anlamları düşündüğümüzde aslında zaman da algıdan ibaret; göreceli, sınırsız bir kavram, geriye doğru işlemeyen, kimilerine göre son kullanma tarihlerinin varoluş nedeni. Kimilerine göre de; dünyanın en uzun ve en kısa, en çabuk ve en yavaş, en dar ve en geniş olan, en az önemsenen ve en çok aranan şeyi. Uzundur çünkü sonsuzluğun ölçüsüdür. Kısadır çünkü tüm hayallerimize yetmez, bekleyen için yavaş, mutlu olan için çabuk, sonsuzluk kadar geniş ve bir an kadar dardır. İnsanlar onu önemsemez ama yitirilen zaman aranır. Kalıcı olmayan eylemleri unutturur, büyük işleri ölümsüz kılar.* Gençliğin farkedilmeyen hırsızlığı diyenler de var, ne kadar da doğru, ancak üzerinden sonra değeri anlaşılmıyor mu yılların?
Tüm bu soyut anlamlandırmaları düşündüğümde tek bir ışık yanıyor kafamın içinde ve kendime diyorum ki; “Ne yaparsan yap, iyi kullan bu testereyi, seni yaralamasına izin vermeden ve her an’ının kıymetini bilerek.” Ne demişlerdi şarkıda “Zaman akıp gidiyor, dur demek olmaz” Madem öyle ben de artık susuyorum, zaman geçiyor çünki ve ben işlerime dönmek zorundayım, ha unutmadan sizin de ZAMAN’ınızı aldım, pardon.!!!
* Immanuel Kant
*Herakleitos
*http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/zamankavrami2.htm
*Ekşi Sözlük
Sessiz Testere Zaman için 8 cevap