Bir konferans salonu ve salonu dolduran heyecanlı anne babalar… Bu yıl kuzucukları ilkokula başlamış. Çankaya Üniversitesi öğretim üyesi danışmanımız anlatıyor, sorular soruyor. Konferans salonundaki yeni velilerden biri de benim. Gözlerimizi kapatıp geçmişe götürmek istiyor bizleri değerli konuşmacı. Benim için ne kadar kolay aslında geçmişe dönmek, sürekli geçmişle iç içe yaşayan biri olarak… Kimisi “Hatırlamıyorum çok uzun zaman geçti” diyor kimi de benim gibi “Dün gibi hatırlıyorum” diyor ve başlıyor deneyimlerini paylaşmaya. Her zaman olduğu gibi sessiz dinleyicilerden biriyim salonda. Kendi içimden soruları yanıtlıyorum;
“İlkokula başlamadan bir gece önce uyumaya çalışırken neler hissettiniz?”
“Yaşasın, artık benim de bir okul çantam, kalemlerim, kitaplarım oldu” diye nasıl da mutluluk içerisindeyim. Benden 2 yıl evvel ilkokula başlamış olan ağabeyimin okul çantasını ilk gördüğümde hissettiğim kıskançlığı daha dün gibi hatırlıyorum, bir gece önce de ne kadar heyecanlı olduğumu.
Şimdi gelelim en önemli soruya: “Sizi okula kim götürdü?”
Annem öğretmendi ve onun da okulun ilk günü kendi öğrencileri ile birlikte olması gerektiğinden beni okula annem götürmedi, babam da gelemedi, beni o yıl 3. sınıfta olan sevgili ağabeyime emanet ettiler. Annem öğretmen çocuğu olmanın ayrıcalığını yaşamayalım diye beni de ağabeyimi de kendi çalıştığı okula değil bir başka okula yazdırmıştı. Aslında düşünüyorum da ne kadar da doğru bir kararmış. Ve benim sevgili “extra large” ağabeyim okulun ilk günü o kalabalıkta okul bahçesinde arkadaşlarını görünce beni unutuvermişti. Okuma yazma bilmeyen henüz 6,5 yaşındaki ben, herkesin yanında anne ve babasını gördükçe üzülmüş ama ağlamamış kendi çabamla sınıfımı bulmaya çabalamıştım ve sonuçta anonsları dinleyerek öğretmenimin adını ve şubemi öğrenmiştim. Ancak gelin görün ki o kocaman binada sınıfımı bulabilecek kadar büyük ve cesur değildim. Kalabalık dağılıp da herkes sınıflarına çekildiğinde çölde serap gören bedevi gibi bir anda babamı karşımda görünce de tüm o kendini tutma, ağlamama çabalarım bir anda son bulmuş babama koşarken hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Ehh sanırım sevgili babam oğlunun bu konudaki vurdumduymazlığını bildiğinden veya tahmin ettiğinden işyerinden bir süreliğine yanıma gelivermişti ne yaptığımı merak ederek…
“Önlüğünüz nasıldı?”
Siyahtı, simsiyah ama beyaz ponponlu çoraplarım vardı ve de kolalanmış bembeyaz yakam.
“Tanıştığınız ilk arkadaşınızın adı neydi, o gün nasıl hava nasıldı?” sorularını ise ben bile hatırlayamıyorum. Sadece sınıfımı bulmak ve o kalabalıktan alnımın akıyla çıkabilmek gayretiyle dolu olduğumdan bunlar benim için çok küçük ayrıntılar olarak kaldı.
28 yıl öncesinden bahsediyorum, ne çok şey değişmiş. Sadece eğitim sistemimiz değil, tüm uygulamalar, öğrenciler hatta veliler de değişmiş. Veliler ise başlı başına bir yazı konusu aslında; Henüz birinci sınıfta olan çocuğunun İngilizce herhangi bir kelimeyi bilmediğinde okulu eleştiren velilerden tutun da, daha bir hafta sonunda acaba çocuğumun neye yetenekleri var diye öğretmenine soranlar… Her veli toplantısı sonrası aynı hisse kapılıyorum acaba onlar normal de ben mi uzaylıyım? Yani ne kendimi o sınıfta hissedebiliyorum ne de sorulan sorular ve konuşulanlar bana anlamlı geliyor. Toplantı sırasında bir anda ayağa kalkıp “Ya bi gidin yaa” diyesim geliyor. İlgisiz bir anne ve ilgisiz bir veli olmadığımı biliyorum ancak herşeyde olduğu gibi bu ilginin de bir dozu olmalı bana göre. Biraz çocuğu özgür bırakmak, kendi keşiflerini kendisinin yapmasını sağlayarak sadece yönlendiren bir veli olmak tercihim. Tüm veliler birbirlerini ve diğer çocukları tanırken ben kimseyi tanımamış olmamı da kafama takmıyorum. Okul tarafından istenen kırtasiye malzemelerini oğlumun dolabına yerleştirirken uhunun, kalemin bile üzerine etiket yapıştırıp yerleştirenlere baktıkça “Yok yok ben kesin uzaylıyım” diyorum bir kez daha.
Önceden tüm sınıflar aynı gün okula başlarken şimdilerde ilkokul birinci sınıflar bir hafta erken açıyor kapılarını; uyum haftası adı. Uyum haftası boyunca toplantılar, görüşmeler, bilgilendirmeler, etkinlikler yapılıyor. Uyum sağlayabildik mi henüz bilemiyorum. Bilemiyorum çünki velilere verilen ödevlerle uyumsuzluğum devam ediyor. Geçen gün butçuğun çantasından bir not çıktı; “Sayın Veli” diye başlıyordu. Ve notta velilerden istenilen ödev yazıyordu. Ertesi sabah evdeki malzemelerle bir uçak ve robot adam yapılmıştı eşim tarafından. Neyseki evde birimizin eli bu işlere yatkın.
Amacım herhangi bir kıyas yapmak ya da kendi zamanımdaki eğitim sistemini savunmak değil. Sadece bir anne, bir veli ve zamanında öğrenci olmuş biri olarak kendimce akla yatkın bulmadıklarımı ifade etmeye çabalıyorum. Ödev denilen öğrenci için sevimsiz aktivitenin öğrenciye mahsus olmasını düşünüyorum. Öğrenci-veli işbirliği ile yapılan ödevlere şiddetle karşı çıkmakla beraber el mahkum bu sisteme ayak uydurup akşam evdeki vaktimin çoğunu buna harcıyorum.
Annem öğretmendi demiştim ya, okumayı söktüğümü neredeyse 2 hafta sonra farketti, bir kez olsun ödev yap dediğini bilmem, ya da ders çalış telkinlerini… Gerek kalmazdı buna, kendi kendime yapabilirdim ödevlerimi, üzerime düşülmediğinden kendi sorumluluklarımı alabilmeyi de öğrenmiştim.
Butçuğum artık okullu oldu ama sadece O değil ben de biz de yeniden okullu olduk. İçimdeki hisler ben bu konu üzerine daha çok yazı yazarmışım diyor bana.
Ve bugünlerde yeniden el yazısı öğrenmeye çalışıyorum, el yazısındaki harfleri tanıyorum. İster istemez haftada sadece iki saat olan güzel yazı dersini özlemle anıyorum, hatta siyah önlüğümü, beyaz yakamı ve beyaz ponponlu çoraplarımı bile…
Okullu olan ve sınıfları dolduran tüm çocuklara ve onların velilerine can-ı gönülden başarılar ve kolaylıklar diliyorum.
Şimdi Okullu Oldu/k için 7 cevap