Başlıklar bir yazının en önemli parçası bana göre. Yazı ile ilgili ipucu veren ya da yazının okunup da bitirildikten sonra başlıkla olan zekice bağlantısını düşündürten köprüler… Yazının içeriği ne kadar önemliyse başlığın zekice bulunması da bir o kadar önemli. Bazen bir yazıyı yazdıktan sonra oturup uzunca başlığı düşünmeye başladığımı bilirim. Bazen de bir başlık belirir kafamda, o başlık bana yazıyı yazdırtır. Ama bugün… Kedi.. Sadece kedi… Sadece dört harften oluşan bu kelimenin içeriği, anlamı benim için o kadar fazla ki hangi birinden anlatmaya başlayacağımı bilemedim. Tanrı’nın, ergonomisini, asilliğini en mükemmel yarattığı hayvan olduğundan mı bahsedeyim, insanoğlu tarafından nankörlükle suçlanmalarına rağmen aslında en bağımsız ve dost canlısı hayvan olmalarından mı bilemedim. En iyisi kafamdakileri sırasıyla aktarayım yazıma.
Kendimi bildim bileli, kedigil familyasına ayrı bir ilgim var. Hep de derim; yemeyeceğini bilsem evde aslan, kaplan, puma bile besleyebilirim. Bir hayvanat bahçesinde en çok ziyaret etmek istediğim alandır kedigillerin olduğu bölüm. Bir tek bu familyanın avlanmasını izlerken belgesellerde en ufacık tuhaf bir duygu ya da acımasızlık hissetmem. Vücutlarının kıvraklıkları, dört ayak üzerine düşmeleri, mükemmel dengeleri, inanılmaz avcılıkları ve sezgileri ve sayamadığım pek çok özellikleriyle kedigillere hayranım.
Dilimize bile ne kadar çok girmiş onların özellikleri;
Kedi gibi dört ayağı üzerine düşmek, kedi yürüyüşü (catwalk), kedi gibi dokuz canlı olmak….
Benim kedilere olan bu düşkünlüğüm, abisi ile birlikte yaşadığımız eve, bir kedi almamızla daha da çoğalmıştı. Yaklaşık 16 yıl bizimle birlikte olan sevgili kedim Sonia, 17 yıla sığan çok güzel bir yaşam sürdü. Aslında niyetim uzun uzun Sonia’yı anlatmak değil, o kısmı bende kalmalı. Beni tanıyan herkes aslında onunla olan mazimi, onunla aramda olan o özel bağı, ağladığımda hissedip patilerini omzuma koyup da yanaklarımdaki gözyaşlarımı yalamasını dahi bilir. Üniversite yıllığımda bile beni tariflerken ellerimin her daim çizik çizik olmasından bahsedilmişti. Yaklaşık iki yıl önce kedime, biricik Sonia’ma veda ettim. Bir daha hiçbir kedi ile bu bağı yakalayamayacağımı bildiğimden evimde tekrar kedi besleyebileceğimi de sanmıyorum.
Bana tüm bunları yeniden yeniden düşündürten, düşündürtmekle kalmayıp bir kedinin insan hayatında ne denli olabileceğini hissettiren ve kendi mazimin koridorlarında Sonia ile yeniden buluşturan bir kitap okudum 1,5 yıl önce; “Sokak Kedisi Bob”. Her şeyini kaybetmiş, kelimenin tam anlamıyla dibe vurmuş, eroin bağımlılığından kurtulmaya çabalayan bir sokak çalgıcısının, hayatını değiştiren gerçek bir yaşanmışlık öyküsü Sokak Kedisi Bob. Kitabın dili veya kitapta bahsi geçen olaylar bana göre çok kayda değer olmamakla beraber okunduğunda bir kedinin gerçekten insana hayatının son şansını vermesi bakımından ilgi çekiyor. Ve sonrasında tüm bunların gerçek olduğunu ve okuduğum romanın kahramanının yani Bob isimli kedinin aslında internette bir idol olduğunu okuyunca daha da şaşırtıyor.
Bazen bir dokunuş, bazen bir koku, bazen de yanı başınızda konuşamayan ama sizi anladığından emin olduğum sessiz dostlarımız hayatımızın bir yerinde yön değiştirmemize neden olabiliyorlar.
Uzun zamandır yayınlanmayı bekleyen taslaklar kısmında bekleyen bu yazı bugünlerde izlediğim ve bana göre çok başarılı olan reklamla yeniden gündeme geldi iç dünyamda.
Son söz mü? Reklamdaki gibi “KEDİ KAZANIR”
Kedi… Sadece kedi…
Sonia’mın hatırasına…
Kedi için 1 cevap