Halam der hep, “İki lafın belini kıralım, yok mu yeni havadis” diye… Ya da çok duymuşumdur “Bir çuval dedikodu var, gelin çuvalı boşaltalım” denildiğini. Düşündüm de hayatımızın her anında yemek içmek kadar doğal bir hale gelmiş konuşmak dediğimiz doğal süreci dedikoduya çevirmek.
Erkekler mi kadınlar mı daha çok dedikodu yapıyor, seviyor tartışmalarına girmeyeceğim, insan türüne özgü olduğunu düşünüyorum ve cinsiyet ayrımı taşımadığını, bu lafı bükme denilen olayın. Geçenlerde üniversiteden bir arkadaşım ile bir araya geldik, çok uzun zamandır anlatmadıklarını, benim bilmediklerimi şimdi anlattı bana. Şaşırdım, neden seneler sonra paylaşıyordu da bunları, daha önce dile getirmedi? “O yıllarda anlatsaydım bakış açın değişirdi o insanlara karşı, ama şimdi nasılsa görmüyorsun ve bir şey de ifade etmez senin için” dedi. Ve ekledi “Unutma Nihancığım dedikodu sosyal bir masturbasyondur aslında”. Çok hak verdim söylediklerine. Ve kafa yormaya başladım neden seviyoruz, neden yapıyoruz bu eylemi? Hiç dedikodu yapmıyorum diyen bir insan sizce ne kadar inandırıcıdır? Hiç yalan söylemem yalanına benzemiyor mu bu? Dozu ne kadardır, ne olmalıdır? Anneme göre bu “Bir kişinin yüzüne karşı söyleyemeyeceğim şeyi arkasından söylemem” ile özetlenir. “Ahh anneciğim” derim hep, bu da mümkün değil. Bazen bazı şeyleri çok söylemek isteriz de bir türlü cümleleri kuramayız, nasıl söyleneceğini bilemeyiz. Eleştirmek bizim toplumumuzda, geleneklerimizde malesef çok hoş karşılanan birşey değildir. Her söze açığım denildiğinde bile o açıklık bize gereken cesareti veremeyebilir. “Yüzüne karşı söyleyemiyoruz hadi o zaman arkasından konuşalım”, bu da değil elbette. Bence yıkıcı olanı şu, sürekli gördüğünüz, görüştüğünüz, birşeyler paylaştığınız, ya da paylaştığınızı sandığınız, o kişiler için özel ve önemli olduğunu düşündüğünüz insanların, hakkınızda sürekli birşeyler üretiyor olmaları. Yoksa televizyonda gördüğümüz bir ünlünün dedikodusunu yapmışız kime ne! İşin bir de, bunları bilip hissedip de hissetmiyormuş, birşey olmuyormuş gibi davranma kısmı var ki, o tam bir oyunculuk harikası. Seneler önce çok sevdiğim iki kız arkadaşımın birbirlerine şehirler arası yazdıkları mektuplardan biri, bir şekilde elime geçmiş ve yapılmaması gereken birşeyi yapmıştım ve açıp okumuştum o mektubu. Blogumun başlığında da demiştim ya “Söz uçar yazı kalır” diye, seneler geçti üstünden yazılı olan o sözler hala hafızamın kayıtlarından silinemedi. İnsan ilişkilerinde, arkadaşlıklarda bu gerçekten üzücü, tatsız bir durum. Doğal da karşılıyorum bir yandan. Ama insanız eninde sonunda kaldıramıyoruz galiba, ben de kaldıramamış ve bir anda tüm ilişkimi kesmiştim o arkadaşlarımla, her zaman böyle seçme şansımızda olamıyor, idare etmek zorunda olduğumuz durumlar da yaşanabiliyor.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim, her ne söylenirse söylensin o söyleneler bir gün gelip bizi bulabiliyor ve bizler söylediğimiz sözcüklerin altında ezilebiliyoruz, boşuna dememişler; “İki kulağın bir ağzın var” yani bir kez konuş ama iki kez dinle, doğal bir oran meselesi bu doğuştan gelen. Tutmak lazım çeneyi yoksa benim gibi daha çok blog yazıları yazılır “Çenem ve Ben” başlıklı yazı gibi.
İki Lafın Belini Kırmak; Dedikodu için 1 cevap