Samsun’da ailemle yaşadığım evde, küçücük ve karanlık bir odam -annemin deyimiyle hücrem- vardı. Odam apartman boşluğuna baktığı için her daim karanlık, annemin gömme dolap sevdası yüzünden küçücüktü. İki kişi aynı anda odada bulunulduğunda bunalıma girilirdi. Tek kişilik hücre ama çok şirin bir odaydı, çok severdim, bir de apartman boşluğuna yuva yapan güvercinler ve onların tuhaf sesleri ile güne başlamasam daha da güzel olurdu ya… İşte o küçücük odada kaç sayfalar dolusu günlük, kaç sayfalar dolusu yazı defteri tükettiğimi anımsayamıyorum bile. Okul yıllarında çoktan seçmeli sınavdan nefret eder, klasik yazılı yapıldığında sayfalar dolusu yazabilirdim. Çocukluğumdan beri ne zaman üzülsem ya da ne zaman çok sevinsem hep kalemle kağıtla paylaşırdım duygularımı ve çok rahatlatıcı bir terapi olurdu benim için. Hala da öyle…
Kıskançlık insan doğasının yapı taşlarından biri, “Hiç kıskanmam, kıskanç değilim” diyen yalan söylüyordur, yalan söylüyordur da, kimi ve neyi kıskandığımızdır bence üzerinde durulması gereken. Hiçbir zaman ne benden daha güzelini, ne zenginini ne de insanların sahip olduklarını kıskanmadım. Ben bir tek iyi yaza/n/rları kıskandım.
Son zamanlarda ne zaman iyi bir yazı, yorum ya da kitap görsem “Neden ben böyle yazamıyorum?” diye oturup düşünüyorum. Çocukken büyüyünce ne olacağımız ne kadar klasik ve ne kadar sık sorulan bir soruydu bize. Sırf bu yüzden “Birşey” olmamız gerekiyordu ve düşünüyordum ne olsam diye. Sürekli değişiyordu verdiğim cevaplar, ne olacağımı bilemeden ve bulamadan “Birşeyler” oldum. Ama şimdi sorsalar tek bir cevabım olurdu yazar olmak!
Cadılık ve büyücülük okulu gibi yazarlık okulu olsaydı acaba tercih eder miydim o yıllarda bilinmez. Peki yazarlığın bir okulu olsaydı, yazar çıkabilir miydi bu okuldan? Sanmıyorum, çünki bazı mesleklerin okulu yoktur, öğretilemez, kazandırılamaz. O doğuştan gelen ve insanın içinde filizlenen bir duygudur; yaratmak, bir eser ortaya koyabilmek.
Bir kitap yazmak, dünyaya açılan pencereye bir şekil vermek, o kadar da kolay bir iş değil. Bana göre herşeyden önce çok okumak, yaşanmışlık biriktirmek, sürekli yazarak kendini geliştirmek, iyi bir gözlemci ve meraklı olmak, yazmayı konuşmaktan çok sevmek gerek. Hayatla bir kavganızın olması gerekir yazmak için. Hiç kitap yazmadım, “Bunları nerden biliyorsun?” demeyin, bunlar sadece öngörülerim. Bir adet yüksek lisans tezi yazmıştım ki, tezimi yazmaya başlarken tez danışmanım bana bir okuma listesi vermişti ve listenin ilk başında “İmla Kılavuzu” vardı. Bu kılavuzu hiç yanımdan ayırmamamı gerçekten de hep kılavuz olarak kullanmamı istemişti benden. İyi yazmanın bir diğer önemli tarafı da bence sahip olduğumuz güzel dilimizi kurallarına uygun kullanmak ve olabildiğince Türkçe yazabilmek.
Neden yazar insanlar?
Umberto Eco, “Çocuklarım büyümüştü ve artık kime hikaye anlatacağımı bilemiyordum” düşüncesiyle yazarken, Orwell ise kendinden söz ettirme, akıllı görünme, estetik merak ve olguları gelecek nesillere aktarma isteğinden kaynaklanan tarihî nedenlerle yazdığını söyler. Frish yazma nedenlerini, gerçekte ulaşılamayan bir arzuyu kurguyla gerçekleştirmek ya da faniliğin pençesinden sıyrılıp yaşanılanı sabitleştirmek, kaybolup gitmesini engellemek olarak sıralarken, Sartre yazar adaylarına o ünlü sorusunu sorarmış; “Başkalarına intikal ettirmeye değecek değerde bir şeyin var mı? Hangi gaye uğruna yazıyorsun?”
“Yazma yeteneği ile ilgili genetik kodları bünyesinde taşıyan kişiler zaten kapı gıcırtısına oynayan dansçılar gibi, her sakin ortamda şarkı söyleyen söz sanatçıları gibi, her işlenebilen bir materyali eline geçirdiğinde yontmaya çalışan heykeltraşlar gibi, çevresinde olup biten her olay karşısında beyninde şimşekler çakmakta, bu olayları yazı konusu yapmak istemekte, yazamadığı durumlarda elleri kaşınmaktadır. Yazmak insana inanılmaz bir haz vermektedir. Yazan kişi kendini toplumun üstünde hatta kilometrelerce üstünde görüp gözlem yapmakta, her saniyeden veriler toplamaktadır. Çevre ve insanlar bir yazar için en güzel laboratuvardır.” *
İnsanın kendisini yazarak ifade etmesi bana göre hem kişiyi özgür kılar hem de kendisini iyi hissetmesini sağlar. Yazılan kitap yazıldığı süreyi kapsamaz aslında, o kitapta insanın tüm yaşamından esintiler vardır, 6 ayda yazıldıysa bir kitap, emin olun belki 6, belki 60 yıllık mazisi vardır yazarın belleğinde.
Çocukluğumda, çocuk dünyamda, büyüdüğümde ise sürekli genişleyen evrenimde yazıya, yazmaya hep yer vardı. Kıskandım yazabilenleri, güzel yazanları, hala da öyle…
Peki sizler neden yazarsınız/yazmazsınız? Kimleri kıskanırsınız?
Kıskanır mısınız?
– DEVAM EDECEK-
*Dr. Ahmet Fidan
Kıskançlık Halleri I için 16 cevap