Çok değil 10- 15 yıl öncesini düşündüm dün akşam. Üniversite öğrencisiydim ve günlük yaşamımın mekanları beliriverdi gözümün önünde. Buna sebep; uzundur görüşemediğim bir okul arkadaşımla buluşmamdı. Hayatımın günlük koşuşturma içerisinde nasıl bir üçgende geçtiğine baktım. Ev, iş ve kreş arasında ve hafta sonları ise sadece bizim kuzuyu eğlendirebilmek için mekan kıtlığından gidilen alışveriş merkezleri olduğunu farkettim. Kendime acıdım.
Arkadaşımla buluşma yerimiz Kızılay idi. Galiba bu yıla kadar son 3 yıldır hiç sokaklarında dolaşmadığım, havasını koklamadığım semt Kızılay. Oysaki bir zamanlar hayatımın merkezi, buluşma noktaları ya YKM’nin, ya Vakko’nun, ya Gima PTT’nin ya da Dost Kitabevi’nn önü olduğu, Cebeci’den ders çıkışlarında mutlaka hep o yöne doğru yürünen çok sevdiğim Yüksel ve Sakarya caddeleri… Sadece yeme içme, arkadaşlarla buluşma eylemim değil, eğlenme mekanı olarak da bellediğim kısacası hayatımın o zamanlardaki üçgeninin baş köşesiydi Kızılay, okul ve evden sonra. Ankaray’ın ilk açıldığı zamanlar ve her gün bir yenisi eklenen mağazaları dolaşmayı ne çok severdim ya da Karanfil Pasajını müzikler yükselirken keşfetmeyi, vazgeçemediğim gümüşlere her gün bir ayrı keyifle bakmayı. Ve diğer tüm pasajlar, ucuza nerde enterasan birşeyler bulabilirim düşüncesi ile her daim aşındırılan ve “Öğrenciyiz abi, şu kadara versen olmaz mı?” diye başlayan pazarlık cümleleri. Olgunlarda ders kitaplarının 2. elini bulabilmek için yapılan araştırmalar..
Dün akşam şöyle bir baktım insan kalabalığına akşam saatlerinde hala nasıl da hareketli nasıl da kendine özgü bir havası vardı herşeyin. Ve tüm bunları neler yapıp nerelere gittiğimi düşünürken kendime acıdım. Hayatımı sadece belli noktalarda geçiren ve onun dışına çıkamayan çok eskilerden tanıdık bildik bir dosttu benim için Kızılay. Sonra bir kendime bir de arkadaşıma baktım galiba değişen benmişim dedim içimden. Hayatı belli sınırlar içinde ve belli çevrelerde yaşayan her türlü markayı alışveriş merkezini bilinçsizce beynine kazıyan alışveriş tutkusu ile o devasa merkezlerden dışarı çıkamayan biri olmuşum. Oysaki özüm bu değil biliyorum. Bana o kadar iyi geldi ki eski bir dost, eski aşina mekanlar, gittiğim yerlerin adlarını bile unutmuşken… Kalabalığın üzerime üzerime gelen baskısını bile özlemişim. Herşeyini özlemişim. Hayır bu geçmişe biz özlem değil geçmişteki Nihan’a bir özlemdi bunu anladım. Haftanın 1 günü mutlaka Güvenpark’dan kendime bir demet çiçek alırdım eve dönerken, bu beni nasıl da mutlu ederdi. Ne kadar zaman oldu kendime çiçek hediye etmeyeli, ya da sokaktan kokoreç yemeyeli bunu bile hatırlamıyorum.
Değişen biz miyiz yada yaşam mı bilemedim. Eskiden bulunduğunuz yerlere ne sıklıkta uğrar oldunuz bugünlerde? Yoksa yeni yerleri keşfetmeye devam mı ediyorsunuz?
Dün akşamki kısa düşünce gezintimden çıkardığım sonuç şu oldu daha doğrusu soru ; “Ben Ankara’da gerçekten yaşıyor muyum?” Bir şehirde yaşamak sadece bulunmak mı ya da gerçekten hissederek yaşamak mı? Dolmuşa ya da otobüse binmedikten, sokaklarında saatlerce amaçsız yürümedikten, eski alışıldık mekanlarda vakit geçiremedikten, gün be gün yaşanan değişimleri farkedemedikten sonra sanırım galiba o şehirde sadece bulunursunuz ama yaşamazsınız, benim gibi. Bulunduğum yer: Ankara, Yaşadığım yer: henüz ben de bulamadım cevabını.
Bir Şehirde Bulunmak Ve/Veya Yaşamak için 7 cevap