Saygısızmışım

   

Bölüm I: Diyet Halleri ve Alışveriş

Bu kaçıncı deneme, bu kaçıncı “Kararlıyım” sözleri ve her pazartesi ile yeniden başlayan, her sabah yüzümü bile yıkamadan önce kendimi bulduğum tartının üzeri ve bitmek bilmeyen iflah olmaz diyetkolik ben…   

Bu kez başardım; yaklaşık 3 ayda 10 kilo verdim. Daha da devam edecek eylemlerim. Olağan diyetisyen kontrolümüzden sonra arkadaşımla sabah serinliğinde Ankara Tunalı’da geziniyoruz. Kilo da vermişim ya ayaklarım yere basmıyor. İndirim sezonu başlamış, gözümüz dönüyor, giriyoruz bir mağazaya, ödüllendirmeliyim kendimi, zayıfladıktan sonra alışveriş de daha keyifli oluyor. Kendime 2 kazak alıyorum. Kazaklardan biri siyah, diğeri ise bordo renkli. (bordo renge ayrı bir düşkünlüğüm var bu iyice tescillendi)   

Haftaya yeni bordo kazağımı giyerek başlıyorum. O da ne işyerinde aynada sürekli gözüme batıyor kazak, yok olmamış, gidip gelip çekiştiriyorum. Taktım ya bir kere değişmeli bu. Giymiş bile olsam sadece 3 saat olmuş, birşey olmaz nasılsa diyerek mağazanın yolunu tutuyorum öğle tatilinde. Siyah kazağı da bordoyu da değiştireceğim. Denemeden almanın cezasını zavallı ayaklarım çekecek.   

Bölüm II: Saygı   

Kendimi tanıyamamışım, ben ne saygısız bir insanmışım meğer. Bu yaşımda (yıl hesabına göre hala 33) öğrendim bunu, üstelik bunca yıl bu saygısız sıfatımdan bi haber yaşamışım. Oysaki okuma yazmayı ilk öğrendiğim günden beri, yağmur çamur demeden, kar altında ya da siyah önlüğümle kavuran güneşin altında da defalarca kez tekrarlamamış mıydım?; “Küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak” Bir büyüğümüz bulunduğumuz ortama geldiğinde toparlanmak, tanımadığımız ya da yeni tanıştığımız kişilere “Siz” diye hitap etmek, başkasının hakkına göz dikmeden her durumda sıramızı beklemek, çevreye, komşulara, hayvanlara sevgi dolu ve saygıda kusur etmeden davranmak… Saygılı bir insan olduğumu düşünürdüm, yanılmışım.   

Bölüm III: Diyet Halleri + Alışveriş + Saygı   

Kimseye değildi saygısızlığım, bir insana ya da bir hayvana değil, kendime ödül olarak aldığım kazakları değiştirmek için gittiğim mağazada MARKAYA  saygısızlık ettim/etmişim. Tanrı’m ne kötü bir insanım!!! Evet siyah kazak alındığı gibi duruyor, etiketi yerli yerinde ama bordo kazağın etiketini kesmiş bulundum. Hani şu destan gibi rulo şeklinde uzayan etiketlerden. Kasadaki görevli “Bakalım” deyip mağaza müdürünün yanına götürüyor beni; “Günaydın, merhaba” gibi kişilerarası iletişimin gerektirdiği en basit selamlaşma sözcükleri dahi kullanılmadan sevgili müdüremiz bana dönüp sesinin son haddinde;   

“Bu kazağı alamayız, etiketini kesmişsiniz”   

“Neden?” diye kedi gibi miyavlıyorum bir anda.   

“Olmaz markaya saygısızlık bu” diyor.   

“Ne? pardon, napmışım?”   

“Markaya saygısızlık bu hanımefendi olmaz alamayız” diyor yeniden. Israrlı cümlelerim, ricalarım sonuç vermiyor.   

“Ama ama tüketici hakları yasası….”   

“Olmaz markaya saygısızlık bu”   

O an tüm aldığım eğitimleri, edindiğim saygı birikimini, birisi tokat atarsa bir yanağına, öbür yanağını da uzat öğretilerini, iyilik yap denize at Polyannacılığını bir kenara bırakıp gözlerim dönmüş bir şekilde “Asıl ben şimdi size çok fena bir saygısızlık yapacağım” deyip kadını paralamak geçiyor içimden; susuyorum. Üstelik siyah kazağın; etiketi duran ve alındığı gibi korunan siyah kazağın da para iadesini istediğimde onu da yapamayacağını sadece 6 ay için çek verebileceklerini ve onun yerine illa birşey almam gerektiğini vurguluyor bayan müdürümüz. Hadi tüm bunları geçiyor, olur, olmaz, doğrudur, alamaz, bunlara takılmıyorum, en kötü giyemezsem benden daha çok yakışacağını düşündüğüm bir arkadaşıma hediye ederim sevgili bordo kazağı geçer gider. Sorun burada; tatlı dil ve yılanın delikten başını uzatması mevzusu. Müdürenin sözleri öyle yüksek sesle ve öyle kabaca ki zavallı yılan başını delikten dışarı bile çıkaramıyor. Bu sahneyi şöyle hayal ettim sonradan:   

“Günaydın, hoşgeldiniz, nasıl yardımcı olabilirim, aaa çok üzgünüm, etiketi kesmişsiniz, bunu almam mümkün değil, ben zor durumda kalırım, biliyorsunuz büyük markalar buna çok dikkat ediyorlar, kural bu, eğer geri alırsam ben de çalıştığım yerin kurallarını çiğnemiş olurum. Dahası bu kazağın tekrar girişini yapamam, etiketi bunun barkodu, alsam bile başkasına satmam mümkün değil, sistem ancak bu etiketin üzerindeki barkodla işlem yapabiliyor”. (Bu barkodla ilgili kısmı merakımdan başka bir mağazadaki kasa görevlisine sorup öğreniyorum başka bir gün)   

Ve bu cümleler sarfedilirken yüzde gülümseyen bir ciddiyet, yumuşak tatlı bir ses ve sanki başkalarının duymasını istemeyen bir tavır. Çok mu şey beklediğim, hayır değil.   

12 yıldır farklı sektörlerde farklı iş deneyimlerim oldu, özde yaptığım iş aynı. Hayatın odağında duruyor satış ve pazarlama, iletişim ve insan ilişkileri. Hizmet sektörü, koşulsuz müşteri memnuniyeti, pazarlama karması, beden dili, iletişimin 4 öğesi, etkili satış teknikleri gibi pek çok konuda, eğitimin yanı sıra, geçelim eğitim kısmını edindiğim uzun bir tecrübe var. Hepsini yine bir kenara bırakıyorum; bu kavramlar, kuramlar, insan olmanın gerektirdiği bazı özelliklerle birebir ilintili. Kendimce hep aynalama taktiğini kullanmayı yeğlerim. Karşınızdaki kişiye yüzünüzü nasıl gösterirseniz aynadaki aksiniz gibi karşıdan da aynı ya da benzer tepkiyi alırsınız. Gülümseyerek başlanan bir diyalog öyle devam eder, kaşlar çatıksa karşıdaki etkilenir o da kaşlarını çatar. Siz esnerken karşınızdakinin  de birden esnemesi gibi. Karşımızdakinin beden dilini tekrarlamak veya tekrarlatmak, işin sırrı bu kadar basit. Kendi deneyimim içerisinde beni ağlatan müşteriler bile oldu, gıkımı çıkarmadım. Hayır “Müşteri her zaman haklıdır”ı savunanlardan değilim, hiç de olmadım. Müşterinin de haksız olduğu durumlar mevcut bana göre.  Yine de maksimum düzeyde memnuniyeti sağlamak ve bu yönde çaba göstermek, bunu yaparken de müşterinin kişilik özelliklerine müdahelede bulunmadan bir açıklama yapmak gerekmez mi? Bir insana saygısızlık etmiş olsam “Alın beni atın bir kuyuya” derim ama markaya saygısızlık etmenin ne gibi bir anlamı olabilir ki…   

Uzun lafın kısası; paşa paşa siyah kazağı başka bir ürünle değiştirdim, bordo kazak elimde tam mağazadan çıkarken, geri döndüm, yanımdaki arkadaşıma “Bir çift laf söylemeden rahatlayamayacağım” dedim. “Sakin ol” diyen arkadaşım benim belki de hır gür çıkaracağımı düşünmüştü, gayet sakin ve güleryüzle hatta beşlik simit gibi sırıtarak “Pardon size birşey söylemek istiyorum” diyerek söze başladım:   

“Mağazanızın ya da markanızın belli kuralları olabilir, bunları çiğnemek de istemeyebilirsiniz, ancak herşeyin bir söylenme biçimi var. Dilerdim ki bana bunu açıklarken şu an benim yaptığım gibi yumuşak ve güleryüzle ifade etseydiniz. İnanın o zaman size hiç itiraz etmezdim, kızmazdım da. Ama şu an bu tavrınız beni hem çok üzdü hem de kızdırdı, hayatım boyu kimseye bilinçli saygısızlık etmediğimi düşünürken bir markaya saygısızlık etmekle suçlanmak bana çok saçma geldi. Ve umuyorum bir dahaki sefere  bunu başka müşterilerinize daha iyi bir şekilde açıklayabilirsiniz, çünkü ben artık saygısızlık ettiğim bir markadan giyinmek istemiyorum.”   

Eleştiriler de, kızgınlık ya da gönül kırıklıkları da eğer iyi bir şekilde ifade edildirse, yüzünüzdeki o tebessüm hiç kaybolmadan sözleri okşar gibi kullanırsanız karşınızdakinin bundan etkilenmemesi mümkün değil. Ve eminim ağzımı bozup “Sen kim oluyorsun da bana saygısız diyorsun” tarzında bir giriş yapsaydım o mağaza müdürünün yüzünde gördüğüm etkiyi yakalayamayacaktım. Sonuçta özür de dilese bu benim nazarımda sakinliğimi ve sabrımı yeniden test etme dışında hiçbirşey değiştirmedi.   

Hayatımızdaki tüm yılanların başını ezmeden en azından kafalarını çıkarıp etrafa şöyle bir bakmalarına müsade etmeliyiz değil mi?   

Diyetim, alışverişim, bordo etiketsiz kazağım ve saygısızlık ettiğim bir markayı toplayınca kafamda tek bir cümle kaldı geriye;   

“Ne söylediğin değil, nasıl söylediğindir önemli olan”   

 

Sevdiysen Paylaş
Bu yazı Ordan Burdan İçimden kategorisine gönderilmiş ve , , , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Saygısızmışım için 12 cevap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.