Mahalle kültürüyle yoğrulmuş ve dışarıda oyun oynayabilen şanslı bir kuşağın temsilcisi olarak, çocukluğumda çok sevdiğim bir oyun vardı; Kuytak.
Çukurcuklar vardı, içlerine taşlar doldururduk, o çukurcuklardan tepecikler oluştururduk. Tüm tepecikler sıra ile dolardı taşlarla.
Kuytaktan yola çıktım ve düşündüm bugün. Tepeciklerin her birini bir insan gibi düşledim sonra. Verilen tüm emeklerin, sevginin, gösterilen hoşgörünün, anlayışın ve bunun gibi ne kadar duygu varsa insan olmanın getirdiği, her birini bir taş olarak varsaydım. Zamanla tepecikler o taşlarla doldukça büyüyorlar içimizde ve bir dağa dönüşüyorlar. Kendimize, yarattığımız o dağların ardından bakıveriyoruz. Ve sonra ne oluyorsa, içine tüm değerlerimizi, duygularımızı koyduğumuz o taşlar birer birer o dağlardan yuvarlanmaya başlıyor. Bir de bakıyoruz ki dağ sandıklarımız eksilip tekrar tepecik olmuşlar. En tuhafı da onları içimizde dağ yapan bizken, tekrar tepecik halini almalarına seyirci kalışımız, hiçbir şey yapamayışımız…
Bugünlerde ben, beynimde, duygularımla “kuytak” oynuyorum. Taşlar dolduruyorum, onlar eksiliyor, dağlar sarsılıyor içimde, tekrar tepecik oluyorlar. Sadece izliyorum. Ve bu kez tüm sarsıntılardan sonra bir de bakıyorum ki oluşan tüm tepeciklerim hayal kırıklığı ile dolu…
Zihnimin “Kuytak”ları için 2 cevap