Hayatı maça benzetiyorum, bir futbol maçına, seyircilerin, hakemin, takım arkadaşlarının ve antrenörün olduğu. Düşününce her birimizin farklı kahramanları var bu oyunda. Mesela sizin antrenörünüz kimdi, ya takım arkadaşlarınız? Bir düşünün… Maç 90 dakikadır normalde…Ve tüm iş bu 90 dakika içerisinde sarı kart görmeden, ofsayta düşmeden gol atabilmek. Hayatımdaki ofsaytları, auta çıkan topları yediğim sarı kartları ve hatta oyundan atıldığım anları düşününce bana tek bir 90 dakikanın yetmediğini görüyorum. Önceleri herkesin benden 1-0 benden önde olduğunu (1-0 olsun bizim olsun mantığı ile) düşünürdüm. Bizler çok doyumsuz yaratıklarız. Hayatımız ile ilgili bir taraf iyi gidiyorsa kötü giden tarafı deşelemeye başlıyoruz, iyi olanların farkına varmadan. Sadece sahip olunanlardan ötürü öncelikler ve beklentiler değişiyor, doyumsuzluk tek ortak noktamız. Herkes gibi ben de çok maç oynadım, çok kupa kaldırdığım zafer anlarım oldu, hayat yine de iyi bir hakemdi benim için. Seyircilerim zaman zaman suskun kaldı ama geriye dönüp baktığımda dünya kupasını ellerimde havaya kaldırdığım anın eşimle ve oğlumla özdeş olduğunun bilincine vardım. Peki ya diğerleri, iş, arkadaşlar, başarı… İlk bakışta çok önemli gibi görünmese de hala maç devam ediyor diyebilirim. Hala kümeden çıkamadım galiba, gerçi top yuvarlaktır bunu unutmamalı, son dakikada kimin öne geçeceği de hiç belli olmaz ve maç 90 dakikadır dediğim gibi, hem nerden biliyorsunuz ki kaçıncı dakikayı oynadığınızı?
Galiba futbolcular gibi demek lazım, “Bu maç da bitti, eeee şimdi önümüzdeki maçlara bakacağız” veya yöneticiler gibi “Bu yıl bizim yılımız, yeni transferler kapıda, harika işler başaracağız”