Bugünkü Kafa Karışıklığı; Bir Üçgen

Çok yıllar önce sevdiğim bir arkadaşımla hayatımıza format atmaya karar vermiştik. Kendimize bir liste yapmıştık. Nihan’ın ve arkadaşının yapması ve yapmaması gerekenler listesi diye. Kendimizce, kendimizi onarmaya, doğru olanı yapmaya çabalardık. Memnun değildik kendimizden, doğru bulmuyorduk yaşadıklarımızı, yaptıklarımızı.  Sanıyorduk ki, liste yapıp yazarsak, orada yazılanlara riayet eder, kendimizi korur, geliştirir ve hatalarımızı tamir eder, ruhumuzu onarırdık. Genellikle yapmak istediklerimiz yapılmaması gerekenler listesinde yer alıyordu. Yapmaya üşendiğimiz ya da sıkıcı bulduğumuz ne kadar aktivite varsa da bunlar yapılmaması gerekenler içindeydi. Sıkıcı, zor ve sorumluluk isteyen eylemler listesi…

Yaşamı da böyle bir bileşke gibi düşlüyorum. Yapmak isteyip de yapamadıklarımızın ve yakındığımız ama yapmak zorunda olduklarımızın bir bileşkesi. Abuk subuk istekler de takılıyor aklıma, birden. Dolmuşa bindiğimde, arka taraftan uzatılan parayı;  “Bir kişi uzatır mısınız?” dediklerinde ve bunu omzumu oyarak yaptıklarında, bir kez olsun “Hayır uzatmıyorum” demek istemek gibi.. Sosyal baskılar, toplumun ve kültürün dayattıkları, işin, ailenin, çevrenin öngördüğü tüm bu yazısız kurallar bir süre sonra öyle çok çoğalıyor ki, yapmak istemediğimiz pek çok şeyi yapar halde buluveriyoruz kendimizi. Herhangi bir iş nedeniyle aradığınız kişiye adınızı söyledikten sonra “Nasılsınız?” demek gibi. Çoğu kişinin umrunda değil aslında o anda konuştuğu kişinin nasıl olduğu, belli bir işin yapılması, bir sorunun giderilmesi için aranmış belli ki…  Aynı şekilde beni arayanların da umurlarında olduğunu hiç sanmıyorum. Çok isterdim; “Nasılsınız?” “Çok kötüyüm, konuşmak istemiyorum, sonra arayın” diyebilmeyi. Ne düşünülürdü? Yapılmamalı değil mi? Yapılamaz da. Nezaket kuralı bu, hatta iş yaşamının değişmezi. “İyiyim, teşekkür ederim, siz nasılsınız?” diye cevap vermeli. Sadece bu diyaloğu çıkarsalar iş yaşamından, telefon konuşmaları ne kadar kısalır bir düşünün, ya da zaman kaybı ne kadar azalır. Sonuç odaklı olarak işler nasıl daha hızlanır. “Nasılsınız?”  “Berbatım, çünkü iki aydır domuz gribi aşısıyla yatıp kalkıyorum, çünkü geçinemiyorum, berbatım çünkü bu trafik canıma ot tıkadı.”

Çok keyifli bir film vardı; “Groundhug Day” Fantastik, komedi ve son derece eğlenceli bir film. Ana konu; bir adamın her gün bir önceki günü aynı şekilde yaşaması üzerine örülmüş. Bir sabah uyanıyorsunuz ve bakıyorsunuz ki dünün aynısı.  Ve sonraki gün de, bir sonraki gün de… Bu filmi izledikten sonra kendi aramızda mini çapta bir tartışma arenası yaratmıştık. Ne yaparsak yapalım ne yaşarsak yaşayalım, aynı güne tekrar döneceğimizi bilsek neler yapardık? Ben dolmuşta ; “Uzatmıyorum paranı kalk kendin ver” derdim bir kere ya da aynı kiloda ertesi güne başlayacağım nasılsa diye sevdiğim ne kadar tatlı varsa çatlayana kadar yerdim. Susmak zorunda olduğum durumlarda susmaz, canımı sıkan herkese zihnimin en ücra köşelerine itilmiş ne kadar dürüst ama bir o kadar da  abuk cümle varsa onu sarfederdim. Nasılsa ertesi gün hiçbirşey olmamış gibi yeniden yaşanacak ya.

Ne büyük keyifle izlerdim Devekuşu Kabresi’nin oyunlarını, En sevdiğim ise “Yasaklar” idi. Hatta geçenlerde bir gazete verdi de DVD setini, üşenmeden 40 küsür kupon biriktirip edindim. Arşivimde olmalıydı, hem de süslü kapakları ile,  ara sıra da açıp çeşitli oyunları tekrar tekrar izlerim, diyalogları ezberlemiş bile olsam. Yazılı, yazısız, politik, dini  çeşit çeşit yasaklar… İnsanoğlunun yapısı, galiba her daim yasaklara karşı çıkma eylemi içerisinde. Yasaklar gerçekten bozulmak için mi konur? Yasaklar arzuları mı doğuruyor yoksa? Tabi bu durumda yasakları delebilmek için ne kadar abesle iştigal eden eylem varsa yerine getiriliyor. İnsan kafasına koymaya görsün, birşeylere yasak kondukça yeni çareler üretiliyor. Boşuna denmemişti bir zamanlar “Demokrasilerde çareler tükenmez, yolu çıkaramazsan sen de bir bilene sor” diye.

Yasaklar, sorumluluklar ve zorunluluklar ne kadar da çevrelemiş bizleri, makine gibi işleyen beynimiz sürekli bu üçgen arasında gidip gelirken gerçekte yapmak istediklerinden ne denli uzaklaşıyor aslında.

Çok sevdiğim bir hocamın odasının duvarında şöyle yazardı; “Bu odaya gelen pek çok kişi mutluluk kaynağı oldu; Kimi gelmesiyle, kimi de gitmesiyle”. Diyelim satış işi yapıyorsunuz, karşınızdakini ikna etmeye çabalıyorsunuz. Diyebilir misiniz; “Sevmedim ben seni, satmıyorum sana hiçbirşey, gözünün üzerinde kaşın var ondan ya da gözüm tutmadı seni, hadi git bu odadan, bak burda ne yazıyor, git de mutlu et beni”

Yasak diye bir kavram olmasa idi neler olurdu hiç düşündünüz mü? Çivisi mi çıkardı dünyanın? Biraz daha abartayım; herkeste yalan makinesine benzer bir aygıt takılı olsaydı; “Nasılsınız?” Biiippp “Saçma soru, aslında umrumda değilsin”  diye uyarı verseydi… “Sen çok iyi bir arkadaşsın” Biiipp “Aslında arkamdan ne kuyular kazdığını biliyorum”. Çok fazla dürüstlük de mi başa bela? Nerede başlamalı sınırlar, nerede bitmeli? Buna kafa yormalı belki de… Bana göre, kendime öz saygımı yitirmediğim, kendime acımadığım ya da kendimi çok özel ve önemli zannedip şişik egomla ortalarda dolaşmadığım sürece sorun yok.

Bugün nedense yasaklar, zorunluluklar ve sorumluluklar üzerine kafa yormak istedim. Yordum. Sonuç mu? Sonuç şu; daha doğrusu bu yazıdan çıkan soru şu;

“Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan?”

Buyrun bakalım…

 

Sevdiysen Paylaş
Bu yazı Ordan Burdan İçimden kategorisine gönderilmiş ve , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bugünkü Kafa Karışıklığı; Bir Üçgen için 9 cevap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.