“Eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına nur yağardı”
Şiddetle karşı çıkmaktayım bu söze. Eskiye rağbet ediyorum ve eski günleri çok özlüyorum. Ne teknoloji bana göre ne de teknolojiyle şekillenen yeni iletişim biçimleri.
Bir süredir yoktum buralarda, memleket hasreti ağır basınca 1 haftalığına da olsa Samsun’da aldım soluğu. Ben kendi evimden ayrıldıktan sonra, sanki benimle birlikte, eşyalarım da ya da odamın neredeyse tavanına kadar tamamen kaplı posterli duvarları da ya da kitaplığım da taşınmıştı evden. Bu yabancılık hissini sıkça duyamsarım Samsun’a gittiğimde. Eşyalara bakınır hangisi bana aitti, hangisi ne zamandan kalmaydı gibi beynime türlü sorular yönlendirerek kendimce bir oyun oynarım; “Hımmm, şu, şu zaman alınmıştı yani şu olay olduğunda ya da öncesinde ya da sonrasında” gibi… “Bu eşya buraya ne zaman gelmişti? Ben evden ayrılmadan önce mi sonra mı?” Nedense her eşyada eskinin bazı güzel an’larını yakalayabileceğimi sandığım bir hisle, ilk iş olarak odalarda dolanır gözlerim. Çoğuna çok anlamsız gelir benim bu zamana karşı olan samimi yaklaşımım. Çok eskiden bana “Vakanivüs Nihan ya da Almanak Nihan” derlerdi. Hiç bir olayın, tarihini, hatta gününü saatini dahi unutmazdım. Çevremdeki herhangi biri birşey hatırlamaya çalıştığında zaman makinesi olarak bana gelirlerdi, “Şu ne zaman olmuştu?” ya da herhangi bir ayrıntıyı sorarlardı. O kadar çok ayrıntıyı ve tarihi bir arada verirdim ki cevap olarak, karşımdakinin şaşkınlığını kanıksar olmuştum. Miş’li geçmiş zaman eki son cümlelerimde yoğun olarak kullanıldı zira artık eskisi gibi hatırlayamıyorum, çabuk unutuyorum ya da artık hatırlamak istemiyorum. Belki de eşimin dediği gibi beynime “Format atma” zamanı geldi ve “Flashbellek” olan Nihan’dan kurtulmam gerek. Hiçkimsenin doğumgününü, evlilik yıldönümünü veya yakınlarımın özel tarihlerini unutmayan ve hatta bunları unutmamak için çeşitli defterler düzenleyen ve çevremdekilere de “Bak şunun doğum günü mutlaka ara” diye hatırlatmalar yapan ben, bu görevimden gönüllü olarak istifa ettim. Bir zaman sonra baktım ki o kadar çok alıştırmışım ki insanları aranmaya, hatırlanmaya, bir sebepten dolayı arayamayınca çok büyük tepkiler almaya başlamışım.
Eskiye özlemimi anlatmak için başladığım bu yazı amacından sapmadan devam edeyim; Samsun’da bulunduğum süre içerisinde ben evden ayrıldıktan sonra annem ve babam tarafından benden kalan eşyaların da konulduğu çatı katına çıktım. Gözlerim yine tanıdık eşyalar, yazılar ya da her neyse ararken birden çok tozlu rafların arasında eski yıllıklarımı, hatıra defterlerimi, çocukça hazırlanmış anket defterlerimi, ortaokul yıllarında aynı sınıfta ve aynı sırada olmamıza rağmen arkadaşlarımla birbirimize yazdığımız mektupları buldum. Bırakın şehirlerarası mektupları, şehiriçi mektuplarla doluydu anı torbam.
Kendimi bildim bileli yazmayı çok severim. Hani ünlülere sorulur; “Nasıl bir çocuktunuz? Neleri yapmayı severdiniz” diye? Şarkıcı olan birileri hep “Saç fırçası elimde ayna karşısında şarkı söylerdim” der ya da ressam olanlar çok küçük yaşta başlamıştır eline her geçirdiğiyle, kağıdı, duvarı boyamaya, resim yapmaya. Ne ünlüyüm ne de yazar ama kendimle ilgili çocukluğuma ait hatırladığım en belirgin özellik, sürekli yazmaktı. Günlükler, notlar, mektuplar, şiirler, ne ararsanız…
Filmlerde olur ya hani, çatı katına çıkılır eski bir sandık bulunur ve içinden çok ilginç eşyalar çıkar, bazı gerçekler keşfedilir. Bu kez, ben de sanki geçmişimde keşfe çıkmış gibiydim. Bilmediğim yeni birşey öğrenmedim kendimle ilgili ama çocukça da olsa ESKİ’leri bulmak çok mutlu etti beni. Ve onları yüklenip getirdim Ankara’ya 3 torba halinde. Annemin “Şu eskicilik huyundan bir türlü vazgeçmedin” demesine de içten içe güldüm. Çünkü ne zaman Ankara’da öğrenci evime ziyarete gelse, odamın bit pazarı gibi olduğunu, eskiciye satılacak eşyalarla dolu olduğunu söylerdi. Haksız da sayılmazdı aslında, hep diyorum ben bu dünyaya geç gelmişim.
Günlük yaşamımda ne kadar fazla teknolojiyi kullanırsam kullanayım, dijital dünyaya bir türlü ısınamadım.
Benim nazarımda; hiç birşey el yazısı ile kağıda yazılmış bir mektup kadar kıymetli olamaz, hiçbir cep telefonu mesajı elle yazılmış bir kartpostal kadar anlamlı olamaz, hiçbir ajanda her bir sayfasına elle yazılmış hatırlatma notları kadar gerçekçi olamaz, hiçbir oyuncak, tahtadan el yapımı oyuncak kadar değerli olamaz, hiçbir elma ağaçtan taş atılarak yere düşürülen ve üzerime silinip yenilen kadar tatlı olamaz, hiçbir oyun tek bir top ve taşlarla ya da tek bir iple oynanan oyun kadar heyecanlı olamaz, hiçbir telefon melodisi elle çevrilen telefonların sesi kadar dinamik olamaz, hiçbir eşya üzerinde yılların yorgunluğu, yaşanmışlığı va anıları olan eskimiş ama yıllara meydan okumuş bir eşya kadar kullanışlı ve gerçekçi olamaz.
Ve hiçbir blog yazısı senelerce yazdığım günlüklerim kadar içten ve samimi olamaz.
Eskiye Özlem için 22 cevap