Arabalar (Cars) filmini izlediniz mi? Hani şu çocuklar için tasarlanmış ama bir yetişkinin de keyifle izleyebileceği animasyon harikası film. Oğlum sayesinde kaç kez seyrettiğimi bilemiyorum. Sinematografik özellikleri bir yana filmde üzerine vurgu yapılan konulardan biri ve filmin çıkış noktası; otobanların yapılması ile beraber ailecek yapılan yolculukların keyiften ziyade hedefe ulaşma ve içerisinde herhangi bir eğlencenin, keyfin yer almadığı yolculuklara dönüşmesi. Şehir yaşamının ve teknolojinin soğuk yüzü, eskiden mola vererek, her molada ayrı güzellikler yaşayarak, bir nevi tatilin ta kendisi olan ya da ailecek yapılan paylaşımın en üst seviyeye ulaştığı yolculuklarda da kendisini göstermeye başlaması…
Kendi çocukluğumu düşününce her yaz ailecek arabamıza atlar, çadırımızı bagajımızda bulundurur, gezerek, durarak yol alır, uygun bir yerde de konuşlanırdık. Ailecek yapılan tatilin en güzel tarafı da günlük iş hayatından veya çocuklar için okul hayatından yeteri kadar paylaşımı içinde barındıramamış ilişkilerin yaz boyu sağlamlaştırılmasına temel teşkil etmesi. Hatta babamın her bulduğu uygun alanda mangalı kurup hemen yakıvermesi, yol üzerinde her kaynak suyu olan çeşme başında su bidonlarımızı doldurmamız çocukluğumun yolculuklarında aklıma yer etmiş en önemli iki eylemdir.
Şehirlerarası çok yolculuk etme şansım oldu. Özellikle öğrencilik yıllarımda neredeyse her hafta sonu gider gelirdim. Ankara – Samsun arası tüm mola verilen mekanları, restoranları tesisleri ezberlemiştim desem abartmış olmam. Yine Ankara – Samsun arası ama bu kez kendi arabamızla ve ailecek yapılan yolculuğumuzda yolların genişlediğini yeni tünellerin işlerlik kazandığını, hala bitmemiş olmasına rağmen büyük ölçüde zamanı kısalttığını ve kolaylaştırdığını söylemeliyim. Düşünüyorum da eski babalar, her anı değerlendirip sınırsız sayıda mola vermeyi severken şimdiki babalar, bir an önce gideceğimiz yere ulaşalım, yolda vakit kaybetmeyelim telaşındalar. En azından kendi adıma, babam ve eşim arasında böyle bir kıyaslama yapabiliyorum. Yine de küçük bir çocukla seyahet etmek her iki saatte bir durmayı, mola vermeyi gerektirdiğinden üçüncü molamızı Çorum’da verdik bu kez.
Çorum denilince aklıma kimin icad ettiğini bilmediğim o sevimsiz kelimeler dizesi gelir her nedense; “Senin yaptığını Çorumlu yapmaz” Yok bu sefer bu söz o kadar anlamını yitirdi ki bende. Bilenler bilir, Çorum leblebileri ile ünlüdür. Yol boyunca her çeşitte, her türlü farklı tatla kavrulmuş leblebiciler sıralanır. Biberlisinden, soya soslusuna, şekerlisinden beyazına kadar pek çok tadın yanı sıra, pişmaniye, saray helvası, cevizli sucuk ve pekmez gibi genellikle yolculuklarla özdeşleşmiş yiyecekler de satılır. Sadece leblebi değil bu şehre ait olan simge; 7 bin yıl öncesinin ilk organize devleti Hititler de Çorum’da yaşadıkları için sıkça rastlayabilirsiniz Hitit ismine.
Ankara-Samsun arası yapılan yolculuklarda çok eskiden sadece beyaz leblebi (Samsun’ca da biz nohut deriz) armağan olarak getirilirken artık hediyelerin de çeşitliliği artmış durumda. Çorum’da verdiğimiz mola, Hitit Leblebi adında, bu tür tatların envai çeşidini bulabileceğiniz bir mekan idi. Dükkanlarının önüne iki – üç masa ve sandalye koyan bu sevimli dükkan sahipleri bizi öyle güzel ve içten karşıladılar ki görenler yıllık leblebi, saray helvası ve cevizli sucuk ihtiyacımızı oradan karşıladık sanırlardı. Hitit Leblebi sakinleri yaptığımız alışverişin çokluğundan değil kendi sıcaklıklarından bize çay ikram etmek istediler;
“Oğlum, koş, 2 çay çek” diye bağırdı kapı önündeki yaşlı amca. Yanındaki arkadaşı; “Sen her gelene böyle çay ikram edersen batarsın, ne gerek var ki” dediğini biz aslında duyduk ama onlar duyduğumuzu görmediler. Bu teklif üzerine tercihimizi kahveden yana kullandık. Yaşlı amca arkadaşına “O insanlar ve diğer yolcular kaç kilometre yol yapıyorlar, belki her sene uğruyorlar, uğramasalar bile uğramalarını sağlamak lazım, bırak alışveriş yapmasın bir demli çayımızı içsin bize yeter” demiş. Demiş diyorum, bu kısmını kaçırmıştım, kulaklarını radar gibi açan eşimden sonradan dinledim. Kahvelerimizi de içtikten sonra arabamıza bindik gidiyorduk ki, mağazanın küçük çırağı koşarak yanımıza geldi; “Bu da küçüğe bizden” diyerek oğluma uzattı elindeki çikolatayı. Çok duygulandım, çok memnun oldum, ilk karşılamadaki güleryüzden, sıcaklıktan etkilendim, misafirperverliklerini takdir ettim. Sonra yol boyu düşündüm, senelerce oku, eğitim al, nasıl başarılı satışçı olunur, nasıl müşteri potansiyeli arttırılır diye kafa yor, eğitimlere gir, seminerlerden çık, hepsi boş aslında. Çok sihirli bir kuralda gizli bu; işini sev ve severek, içten yap, doğal ol, daha da önemlisi insan ol ve herkese insanca yaklaş. Senden daha başarılısı olmaz, nice büyük şirkette çalışanlar, gelişimlerine tonlarca eğitim süslü para harcayanlar gidip bir Anadolu kasabasındaki yaklaşımı görmeden ben iyi bir satışçıyım demesin. Bunu yazmalıyım dedim yolda kendi kendime, her ne kadar defalarca teşekkür etsem de yine de duyurmalıyım bu ismi ve bu yaklaşımı diye yolda karar verdim.
Ve biliyorum ki, bir daha ne zaman Çorum’dan geçse yolum, soluğu ilk, biberli, tatlı, şekerli, soya soslu, çeşitli tatları ve o tatları sunan güleryüzlü, insan gibi insanların yanında alacağımı.
Leblebi Şekeri Tadında Bir Yolculuk için 7 cevap