“Ölüp de Tanrı katına çıktığımız gün bize sorulacak soru; Hayatını nasıl geçirdin? Benim cevabım sanırım beklemekle olacaktır.” ** yazmıştı bir kitabında Şebnem İşigüzel.
Beklemek… Bu günlerde benim en çok ifa ettiğim eylem, beklemek… Öyle ki bu yazıyı yazmak için bile bekledim, aslında bir yıl değerlendirmesi, 2018 panoraması olacak olan bu yazı, beklediğim için yazılamadı tarafımdan. İyi bir şeyler olsun, umut olsun, güzel haberler olsun yeni yılda diye beklerken… Bir yıl gitti, yeni bir yıl geldi. Saniyeler, dakikalar saatlere dönüşüp yeni yılın ilk haftasını neredeyse tamamladık.
Her yılın sonunda insan sorgular ya hani kendini, geçmişini, biten yılı nasıl geçirdiğini, neler yaptığını veya yapamadığını, hayatındaki değişiklikleri, yenilikleri, hayatına girenleri veya hayatından çıkanları ve sonra yeni yılda yeni umutlarla sonsuzluğa gönderir içinde ne varsa… Sanki bu, hepimizin en doğal yılsonu eylemlerinden biridir.
Ben bu yıl bunu yapmadım kendi kişisel dünyamda, kayıplarım, katılanlarım, kalanlar, gidenler, tükenenler vardı elbet ama artık bunları bile düşünmek istediğimden emin değilim.
Bekledim, bekledim ki yeni yılda iyi bir şeyler karalayayım.
Ve sonra çok değil son bir kaç günün haberlerine şöyle bir göz gezdirdim;
“Bursa’da çalışma koşullarını fotoğraflayan doğalgaz hattı çalışanları çalışma koşullarını fotoğraflarla teşhir ettikleri için işten çıkarıldı.”
Yine “Bursa’da dikiş iğne ve ipliklerini koyabilmek için boş çikolata kutusunu alan kadın işçi işten çıkarıldı.” (Bu haber bana seneler önce baklava çalan çocukları anımsattı ve hangi vicdana sığabileceğini bilemediğim o fotoğrafı)
“Öğretim görevlisi gencecik bir bilim insanı sınavda kopya çeken öğrencisi hakkında tutanak tuttuğu için öğrencisi tarafından odasında vurularak öldürüldü.
“Doktora tezini gereksiz diye çöpe attığımız bilim insanı Neva Çiftçioğlu Nasa’da çalışıyor.”
Bunlar sadece ama sadece beş dakika göz gezdirdiğim haberlerin bir kaçı… Şimdi bir son dakika haberi de düştü; “Gözü dönmüş sapık tarafından tecavüze uğrayan bitkisel hayattaki kadın doğum yaptı.”
Daha fazla yazamayacağım…
Ben artık geride bıraktığım yılda neler oldu diye düşünmeyi bırakalı çok oldu. Çünkü her geride bıraktığım yılın bir önce geride bıraktığım yıldan çok daha kötü olduğunu görüyorum. Ve bu fark ediş ve kabullenememe hali de geleceğe dair umutları da tüketiyor, gelecek yıla iyi bir şeyler de ısmarlayamıyorum.
Şiddeti yaygınlaştıran, normalleştiren bu iğrenç kitle kültürü, kadına, çocuğa tecavüzü neredeyse meşrulaştıran çarpık düşünce yapısı, kadının yerini, konumunu ortaçağ dünyasına geri götürmek isteyen zihniyet, hayvanlara işkence etmeyi, hukukun olmadığı toplumlara özgü kendi anayasasını ve kabadayı mahkemesini her yerde kurup cezasını kendi kesen şuursuz kafa yapısı, düşünce özgürlüğüne darbe üzerine darbe vuran uygulamalar… Bunlar değil mi 2018’in özeti?
Oysaki canım sanattan, edebiyattan, şiirden konuşmak isterdi. Yeni çıkan kitapları, gidilip görülecek yerleri, izlenecek oyunları/filmleri yazmak isterdim. 2018 panoramasında hangi filmleri gördüğümü, neleri okuduğumu paylaşmak isterdim. Aşktan, sevgiden, sevişmekten bahsetmeye korkan bir toplum olduk biz, içimizdeki o çiçek çocuklar çoktan toprağa karıştı, masumiyetimiz ise çok evvel müze oldu, “Savaşma seviş” çığlıklarımız susturuldu, barış güvercinimizin kanadını kırdılar. Ne duygu var hayatımızda ne sanat… Üretmeyen, sürekli tüketen, tükettikçe de kendini tüketen insanlarız sanki. Sahi ne ara bu kadar kötü olduk biz? Birbirimizi linç etmeye nasıl bu kadar meraklı olduk? Nasıl böyle ayrıldık? Biz ve onlar olduk? Biz ve ötekiler? Ne ara bir diğerimizi böylesine ötekileştirdik?
Böylesine karmaşık ve derin koridorlu zihnimizde kendimizi dönüştürmeye çabalarken içimizdeki çocuk yaşamaya, hayata tutunmaya çalışırken içimizdeki insanı, nerede, hangi dönemeçte kaybettik? Daha kötüsü artık kaybettiğimizin bile farkında değiliz ve aramıyoruz da…
“Yıl gidiyor. Yıl geliyor. İnsan yeri geliyor saçakta donan damla, otostop yaparken ambere sıkışmış böcek oluyor. Bazen de günün altına düşüp oynak kaldırım taşından sıçrayan su oluyorsun. Sıklıkla ise, koşuyorsun. “Münih” filminde dendiği gibi hatta “o kadar çok koşuyorsun ki, niye koştuğunu unutuyorsun.” Gerçek bir sevgi işte insanı o koşturmada yüz üstü yere kapaklanmadan durduran şey. Bir manzaraya bakar gibi kendi içine döndüren, içinde bulduğun küçük yeşil taşı bir başkasına armağan etmeni sağlayan… Yolculuğumuz hep ‘ev’e, kalbe… Dondurmayan, kavurup küle döndürmeyen, kendine ve hayata döndüren aşka, sevgiye. Dileğim geçen yılkine benzer: 2019’da hayat olsun, sevgi olsun. “Başka ne var ki elimizde?” *** diye yazmış sevgili arkadaşım Zehra, muhteşem yılsonu yazısında… Ve İLEF’in en değerli, en sıra dışı hocalarından biri olan sevgili Erol Mutlu hocamızın üniversite mezuniyet yıllığımıza yazdığı yazıdan alıntılar ile sürdürmüş yazısını…
Okuduğumda çok etkilendiğim, her yıl okuduğumda bir önceki yıldan çok farklı hissettiğim ve duyumsadığım, anlam yüklediğim bu yazı ile noktalamak istiyorum ben de… Yeteri kadar umutsuz, mutsuz, kötücül bir yıldı zaten, hiç değilse bu eşsiz cümlelerle biraz olsun teselli bulabilelim. Hayata, aşka, sevgiye ve içimizdeki insana yer açmak için…
“Hayat neye benzer diye sorarsanız, Velazquez’in o ünlü tablosunu “Las Meninas”ı (Nedimeler) anımsayarak iç içe geçmiş aynalara benzer derim. Ne yansımadır, ne yanılsamadır, neyin ölçüsü abartılıdır, ya da neyin aslı nerededir bilemeyiz ama bir görünümden öbürüne taşınıp dururuz; kimimiz ayrımındadır kırık çizgilerin, kimimiz değil. Kimimiz aynalara saldırırız özgürleşmek için, bir de bakarız daha da derinine dalmışızdır hayalin; ama kör olası umut yıldırmaz bizi. Kimimiz bize ayrılmış mekânlarda bir çizgi tutturur gideriz; tökezlemektir tek kaygımız. Ama yaşamak, nasıl tanımlarsanız tanımlayın hayatı, keyiflidir; başka ne vardır ki elimizde?”
“Bizim kuşak birçok şeyi sevmişti: “aşkı” çok sevmişti, “devrim”i çok sevmişti; “insanı” çok sevmişti, “doğayı” çok sevmişti, “hayatı alabildiğine, sınırsız yaşamayı” çok sevmişti. Şimdiki halimize bakıp, sevmişti de ne oldu demeyin; sevginin tarif edilebilir bir manası yoktur ki, doğrusu yanlışı olsun. Sevgi bireyseldir, ilişkisel olmayandır, sevgi bizimdir, değilse yalandır.”
*İLEF 97 Yıllığı / Erol Mutlu
**Öykümü Kim Anlatacak / Şebnem İşigüzel
***Aynı Dalgadayız / Zehra Çelenk
https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/01/01/ayni-dalgadayiz/