Hayır, bu şöhret olmanın insanlar üzerindeki etkilerini incelemeye odaklı bir yazı değil, bu çok başka bir Şöhret, içimizden bir öykü, cesaretin, aşkın ve güçlü olmanın öyküsü…
Şöhret, Trabzon’un Sürmene ilçesinin bir köyünde dünyaya geliyor, kalabalık bir ailenin 7. çocuğu olarak. Genç Türkiye Cumhuriyeti kurulalı henüz 4 yıl olmuş. Ülke büyük bir savaşın ardından yorgun ancak inançlı. Uzaklarda bir köyde yaşama merhaba diyen Şöhret, küçük yaşta önce babasını sonra annesini kaybediyor. Yokluk günleri… Atatürk adını yalnızca çay ve fındık tarlalarında oynarken duyuyor ağlayan kadınlardan. Henüz 11 yaşında 1938 yılında. Ülke yasta, Türkiye ağlıyor, Şöhret bilemiyor neden ağladıklarını okula gitmemiş çünkü. Okuma yazma bilmiyor, okul yok köylerinde.
Genç Türkiye büyüyüp geliştikçe Şöhret de büyüyor, alımlı bir genç kız oluyor, en belirgin özelliği al yanakları. İlk gençlik yıllarını sürerken bir gece rüyasında genç bir adam görünüyor, aynı rüyayı tam yedi gece üst üste görüyor aynı şekilde. “Ben Ali’nin oğluyum, senin için geldim ve şurdaki elma ağacının altında bekliyorum seni, 20 gün say, 21. gün ben orada olacağım” diyor rüyasındaki genç adam. 7 gecenin sonunda aynı rüya ile şaşkına dönen Şöhret başlıyor saymaya 21. gün ne yapıp ne edip o elma ağacanın altında olmalıyım diyor. Aynı köyde yaşayan ancak birbirlerini daha önce hiç görmemiş ve hiç tanımayan Ali’nin oğlu İsmail de aynı geceler de bir genç kız görüyor rüyasında; “20 gün say, 21. gün elma ağacının altında seni bekliyor olacağım” diyor genç kız. 20 gün sayan genç adam da 21. gün elma ağacının altında buluyor kendini ve ilk kez birbirlerini gören iki genç şaşkınlıktan konuşamıyor, o yıllarda aşkın sınırsızca yaşanamadığı eski alışkanlıklardan olsa gerek tek kelime edemiyorlar, sadece gözleri birbirleriyle konuşuyor ve bu da kafi geliyor aralarındaki o inanılmaz bağın ve aşkın başlamasına. 7 yıl boyunca birbirlerini bekliyor, herbiri diğeri için saklıyor kendini. Kaçamak bakışmalarla, çeşme başından su taşırken görülen anlık göz temaslarıyla, gözleri ile ant içiyorlar birbirlerine “Bekle beni” diye. 7 yılın bitimine yakın ailesi Şöhret’i başka biri ile evlendirmeye kalkışıyor, hiç düşünmeden tereddütsüzce kaçıyor Şöhret, sevdiği adamın evine yol alıyor. Dile getirilmemiş de olsa biliyor onun da kendisini beklediğini ve bundan emin. Genç adamın ailesi de başta çekiniyor, istemiyor ama gelmiş kız bir kere, geri çevrilemez o yıllarda. Alelacele evleniyorlar, çok mutlular. Henüz 18 yaşında olan iki genç, aşklarını evlilikle bütünleyip sadece gözleriyle değil kalpleri ile de konuşmaya başlıyorlar. Dilekolay 7 yıl bekliyorlar birbirlerini aynı anda birbirlerine göründükleri o rüyadan sonra.
Aşklarının ilk meyvesi oğulları dünyaya geliyor, yıl 1946, 4 yıl sonra bir kızları ve 1 yıl sonra bir kızları daha oluyor. Beklemenin sonu yok oysaki, bu kez de genç adam çalışmak, ailesini geçindirmek ve ileride çocuklarını da yanına alıp köye göre büyük bir şehirde onları yetiştirmek istiyor, Trabzon’a gidiyor, Tekel Fabrikasında işe başlıyor, gocunmadan yorulmadan çalışıyor. “Ahh bir de özlem olmasa” diyor. Diğer tarafta Şöhret çocukları ile birlikte her yılın 1 ayında yıllık izne gelen aşkını beklemeye başlıyor. O geldiğinde ev bayram yerine dönüşüyor. 8 yıl boyu çalıştığı Trabzon’dan sadece her yıl 1 ay gelebildiği için 8 yılda sadece 8 ay görebiliyor çocuklarını ve Şöhret’ini. 1953 yılında yine büyük bir heyecanla eşine ve çocuklarına koşuyor genç adam, bir daha dönememecesine. Amacı ailesini de yanına alarak Trabzon’da yeni bir yaşam kurmak ama askerdeyken yakalandığı hastalık yine tekrarlıyor. Korkunç başağrıları ile giderek ilerliyor ve menenjit denen o illet hastalık henüz 26 yaşında iken, oğlu 7, kızları 3 ve 2 yaşında iken ayırıyor onları bir daha bir araya gelememecesine… Köylerinin yolu olmadığı için diğer köye Asu deresini sal ile geçerek oradan da karayolu ile götürebiliyorlar genç adamı Trabzon’a hastaneye. Geç kalınıyor ve Trabzon’da hayata veda ediyor Şöhret’in biricik aşkı. Ölürken bile elini tutamıyor Şöhret, köyde gelecek iyi haberleri beklerken bir salın içinde aşkının cansız bedeni geliyor. Asu deresinin sularına karışıyor gözyaşları.
Bir rivayete göre ölüp de Tanrı katına çıktığımızda Tanrı bize yaşamımızı nasıl geçirdiğimizi soracakmış. Şöhret’in tek cevabı olurdu bu soruya, beklemek, beklemek yine beklemek… Hep bekliyor, özlüyor aşkını, onun yokluğunda çocuklarının sevgisiyle kendini avutan güzel Şöhret bu acıyı dindiremiyor yüreğinde, içi yangın yeri..
Hiç bitmeyen acısının üzerine yeniden evlendirmeyi istiyorlar onu perişanlık çekmesinler diye. Karadeniz kadınlarına özgü güçlü, mağrur duruşuyla karşı çıkıyor bunlara “Kimseye muhtaç değilim” diyor ve karar veriyor; eşinin kendisi ve çocukları için sunmayı düşlediği geleceği o yoksa da tek başına başarmaya, onları iyi yetiştirip okutmaya… Oğlunun elinden tutarak Samsun’da alıyor soluğu, hiç okuma yazma bilmeyen Şöhret kendine olan inancı ve gücü ile Tekel fabrika müdürünün karşısına çıkıyor. Hangi kapıyı çalsa olumlu cevap alamıyor, eşinin yerine orada çalışmak istemesine kimseler kulak asmıyor, yılmıyor, duyuyor ki bakan ziyarete gelecekmiş fabrikayı. Bekliyor oğlu ile.
Türkiye çok partili sisteme geçişin emekleme aşamasında, çok büyük halk desteğiyle iktidar olan Demokrat Parti yılları, yıl 1954… Demokrat Partili bakanın kaldığı yere gidiyor, elinde okuma yazma bilen yakınlarının yazdığı dilekçe ile. Bakanı görmek istediğini söyleyen Şöhret’i kapıdaki görevli tersliyor, Şöhret o dik duruşu ile ile direniyor, içeriden sesleri duyan Bakan dilekçeyi okuyor ve “Yarın Samsun’a gelecek olan Tekel Genel Müdürü’ne benim gönderdiğimi söyle” diyor. Ertesi gün Şöhret o zamanki adı ile Reji (Sigara Fabrikası’nın) önünde Genel Müdürün görünmesiyle birlikte kendini oğluyla birlikte onun önüne atıyor, kendine özgü Karadeniz şivesiyle anlatıyor derdini, Müdür dinliyor, o sadece çocuklarını iyi yetiştirmek isteyen ve geçinebilmek, orada yaşayabilmek için iş isteyen genç dul bir kadın. Bir dönüm noktası oluyor hayatlarında Şöhret’in bu cesur girişimi. Ve başlıyor işe, yakın akrabalarının yanında bir odadan bozma bir eve yerleşiyor oğlu ile. İlk uygun zamanda gidip kızlarını alıp geliyor Samsun’a yeniden. O kadar küçük bir evde yaşıyorlar ki gece yere yatak sermek için gündüz kurdukları sobayı kaldırmaları gerekiyor. Çocuklarının hepsi bir araya geldiğinde ilk işi onları okula yazdırmak oluyor. 3. sınıfı bitiren oğlunun başarısını öğretmeni farkediyor ve yatılı okuması için onu Darüşşafaka’nın sınavına sokuyor. Şöhret göze alıyor ilk göz ağrısından ayrı kalmayı onun geleceği için. Henüz 12 yaşında olan oğlunu tek başına Samsun limanından vapura bindirirken İstanbul’a doğru daha bir başka ağlıyor Şöhret, 17 Eylül 1961 tarihinde. Hiç unutamıyor Türkiye tarihine bir utanç olarak geçecek o geceyi, Adnan Menderes’in idamını. Hem ona hem giden oğluna ağlıyor, içine kor gibi akıyor gözyaşları…
Tekel’de çalıştığı günlerde dul kadın olmanın olumsuzluklarını da yaşıyor. Ellerini ıslatıp acaba allık mı kendi yanaklarının alı mı diye bakan kadınlara da alışıyor zamanla. Her daim gençliğini ve güzelliğini farkedenler tarafından rahatsız da edilse kendi başına yine kendi gücüyle onlara da karşı geliyor, hiç alttan alan taraf olmuyor. Tek isteği çalışıp çocuklarına iyi bir gelecek hazırlayabilmek. Gocunmuyor çocuklarının başkalarının küçülen giysilerini giymelerinden, oğlunun yazları su satmasından, kızlarının konfeksiyon atölyesinde çalışmalarından. Kendine yaklaşmaya çalışan her erkeğe içindeki büyük aşka sahip çıkarcasına bir duvar örüyor, hatta ısrarcı olanlar ayağındaki takunyalardan nasiplerini alıyorlar. “Erkek kadın” diyorlar Şöhret’e, kimseden çekinmiyor, haksızlığa tahammül edemiyor, başkalarının haksızlıklarını da üstleniyor, onların da tercümanı oluyor işyerinde. Her olayda cesurca öne çıkıyor. Yemiyor yediriyor, içmiyor içiriyor sözünü kendine ilke ediniyor ve nihayet kendine belki emekli olunca üzerinde kendime bahçeli bir ev yaptırabilirim diye küçük bir arsa satın alıyor biriktirdikleriyle. Aradan geçen yıllarda çocukları okumaya devam ediyorlar ve oğlu ileride çok başarılı bir bürokrat oluyor, kızları da onun isteği üzerine öğretmen oluyorlar, “Ben okuyamadım siz çocuklara okuma öğretin” diyor.
Ardı ardına evlendiriyor çocuklarını, torunlara karışıyor, yine yalnızlığıyla başbaşa… Hiç unutamıyor büyük aşkını, evinin baş köşesindeki onun fotoğrafını hiç indirmiyor. Emekli olunca aldığı arsanın üzerine hayalindeki gibi bahçeli ev yaptırıyor ve yalnız yaşıyor. Tüm işlerini kendisi halledip yine kimseye muhtaç olmadan hayat mücadelesini, acıları ayrılıkları taşıyor omuzlarında. Bedeni ise yavaş yavaş isyan etmeye başlıyor tüm bu olanlara, baş gösteren hastalıklar, 2 kez kalp ameliyatı, göğüs kanseri ve felç ardı ardına geliyor, yaşlanıyor Şöhret.
Çocukları ve torunları onu yalnız bırakmak istemiyor, o ise kimsenin yanında kendini rahat hissedemediği için evim de evim diyor. Yıllarca hayalini kurduğu kendi evinde, düzeninde mutlu. Bakıcıların biri geliyor, diğeri gidiyor, uzlaşamıyor Şöhret. Çocuklarımı okuttum meslek sahibi oldular ama ben hayattayken de onlara maddi birşeyler bırakabileyim düşüncesiyle tek katlı bahçeli evinin yerine 5 katlı bir apartman yaptırıyor. Ve paylaştırıyor evleri. Yorgun düşüyor artık Şöhret, hastalıklarla ve hayatla geçen mücadelesinin ardından. Ölmeyi diler oluyor Tanrı’dan, başkalarının bakımına muhtaç olma fikri yaralıyor onu. Herkesten gizli bir kenarda para biriktirmeye çalışıyor; son yolculuğu için.
Samsun’daki İlk Yıllar, Şöhret Çocukları İle
Şöhret, 70 yaşında, uzun boyu, al yanakları, güçlü, cesur benliğiyle bir sabah uyanmıyor uykusundan. Rüyalarında çok nadir gördüğü büyük aşkını görüyor belki de son rüyasında, son kez…
Yazanın Notu:
Bir sabah ağlayarak uyandı anneannem, ne oldu diye sorduğumda, rüyasında dedemi gördüğünü ve o gün onun ölüm yıldönümü olduğunu söylemişti. 40 yıl öncesiydi dedemin öldüğü gün. Anneannemin verdiği cevap bugün bile gözlerimin yaşlanmasına neden olur: “Bu sevgi, bu aşk 40 yıldır toprağa girmedi”
Şöhret, sevgili biricik anneannem, seni çok özlüyorum. Sana özgü şivenle, enteresan benzetmelerinle, çocukken benim de elimden tutup katıldığın okuma-yazma kurslarındaki çabalarınla, televizyonda haber programları merakınla, horon tepmenle anımsıyorum seni hep. Öğrencilik yıllarımda ne zaman Samsun’a gidip seni ziyaret etsem okulu ne zaman bitireceğimi sorar ve ardından bir gazeteci olarak beni ne zaman ekranlarda görebileceğini merak ederdin. Bu hiç olmadı belki ama bugün burda seni anlatmak, seni paylaşmak ve dedemle senin büyük aşkını burdan sonsuzluğa ulaştırmak çok özel benim için. Şu an yaşadığımız evde senin yıllarca çalışmanın ve birikimlerinin payı olduğunu düşündükçe sana olan minnetim artıyor, seni örnek alıyor ve senin gibi güçlü, hayatta her istediğini elde edebilen biri olmayı diliyorum kendim için. Eski bir inanışa göre insanlar dünyaya eşleri ile birlikte geliyorlarmış ve sonra 2’ye ayrılıyorlarmış, bizim bütün hayatımız doğuşta bizden ayrılan diğer yarımızı bulmakla geçiyormuş, hep bunun içinmiş tüm çabalar. Bir elmanın 2 yarısı misali… Senin diğer yarını çok önceden farkedip bulduğunu ancak malesef çok erken yitirdiğini biliyorum, başka bir yarın olamazdı zaten. Ve eminim ki şimdilerde yeniden birbirinizi tamamlıyorsunuzdur.
(Ne garip bu yazıyı tamamlayacak son cümleyi bulamadım, kurduğum tüm cümleler yetersiz kaldı)
Son Fotoğraf / 1997
Şöhret’in Bedeli için 15 cevap