Bu kadar mı yalnızlaştık? Birbirinin gözlerinin içine bakılarak yapılan sohbetler, yerini ne zaman gülümseyen, göz kırpan, sarı kafalara bıraktı? Ne zaman girdi hayatımıza bu mekanik işleyiş, ekrandan akan sözcükler.. Karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini, sadece kendini anlattığı biçimiyle nasıl anlar olduk?
Yanıldık mı?
Lak lak etmek, muhabbet etmek, hoş beş etmek anlamlarında kullanılan birşey girdi hayatımıza; CHAT
1998 yılıydı sanırım chat’in hayatıma girişi ve benim de “Nasıl birşey şu sohbet dedikleri?” merakımdan çeşitli kanallara üye oluşum. Zurna mıydı neydi kanalın adı, hala yaşar mı durur mu bilmem ama MIRC’den giriliyordu. Üniversitede öğrenci iken yeni iletişim teknolojilerinin anlatıldığı bir derste hocamız “Yakın zamanda sohbet odaları olacak ve insanlar o odalara girip grup halinde ya da özel sohbet edebilecekler” demişti. Hayretler içinde dinlemiştim o dersi, nasıl olurdu bu, ne odası, insanlar nereye giriyor? Sonra, ben o odalarda buldum kendimi. 4 duvarla kaplı sandığım o odacıklar meğer benim zihnimin duvarları imiş anladım. Sonrasında o zamanların en popüler sohbet yazılımı tüm dünyayı sardı, ehh biz de nasibimizi aldık. İsrailli birkaç kişi tarafından geliştirilen ve çok yoğun olarak kullanılan, içindeki uyarı müziklerini bugün bile hala hatırlayabildiğim icq. Arkası zaten çok çabuk geldi, msn, gtalk, facebook… Sonra özel siteler kurulmaya başlandı, arkadaş bulsana, siberalem, yonja, ikizkalpler… Sayıları her geçen gün artıyordu bu sitelerin, hatta yetmiyor “Havla tavla” gibi köpeklerin çiftleşmesine ve uygun eş bulunmasına, insanlar arasında çağımızın çöpçatanlığını yapılmasına kadar pek çok site.
Dönelim sorunumuza, unuttuk mu demiştim yüzyüze iletişimi, neden bir klavyenin tuşlarında arar olmuştuk, sohbeti. Ruhsuz bir ekranda karşımızda kim olduğunu dahi gerçekte bilmediğimiz kişilerle neyin sohbetini yapıyorduk? Daha mı rahattı iletişime geçmek, insanın kendisini hiç bilmeyen birisine anlatması daha mı kolaydı? Yoksa hayallerimizin yansıması mı idi yarattığımız kişilikler. Kimliğiyle oynuyordu herkes. Bir gün X oluyordu öbür gün Y. X, sakin bir insanken ertesi gün sinirli bir Y oluyordu ekranın karşısındaki o gizemli kişi. İşin özü karşı tarafa kendimizi nasıl anlatmak istiyorsak kimliğimizi ona göre biçimlendiriyorduk. Bu aslında çok da eğlenceli sayılabilirdi. Normal hayatta ya da gerçek dünyada kişinin kendisini bunca değiştirmesinin, kendisi ile bunca oynamasının karşısındakini de buna inandırmasının ne kadar az mümkün olabileceğini bilen biz insanlar, hayatımızın parantez içlerini, kıyıda köşede kalmış, arzularını ya da yaşattığımız hayal dünyasını burada yaşar hale gelmiş ve kendimizce mutlu olma yolunu seçmiştik. Bir süre sonra bağımlılık haline gelen ve uykusuz gecelerde, saatlerce sürdürülen bu sohbetler ne zamanki gerçek dünya ile karşılığını buluyordu, işte o zaman başlıyordu hayal kırıklıkları. Herkese göre BEN vardı önce, kadınlar için uzun boylu, zayıf, açık tenli, erkekler için atletik vücutlu, romantik idi tanımlamalar… Hep en iyi ve en zeki BEN’ler dolaşıyordu etrafta ve yine hep en iyi, en zeki, en güzel, en yakışıklı halimiz vardı. Değilsek bile ne zararı vardı böyle yansıtmanın?
İlişkileri kolaylaştırdığı, hatta Türkçe’yi katledercesine kısaltmalara başvurulduğu ve üç harf ile (mrb) iletişime geçilen bir durum halini alıyordu sanal sohbet ya da chat. Ne sahip olunan statünün bir önemi vardı ne de kim olduğunuzun;
“Bireylerin işi, coğrafi konumu, o anki durumu ya da başka sebeplerle birbirleriyle iletişim kurmak istedikleri halde iletişim kuramıyor olabilirler. Sanal toplum bireylerin işte bu sosyal, coğrafi ve zamana bağlı izolasyonunu kırar. Bireylerin evde, işte ya da nerede olursa olsun birlikteliklerini engelleyen nedenleri ortadan kaldırır. Bir sanal mekanda diğerleriyle gevezelik yapıp tartışabilir, sorunlarımızı konuşabilir, duygusal bir destek sağlayabilir, entellektüel bir fikir alışverişi içinde bulunabilir, oyun oynayabilir, ticari bir alışveriş yapabilir, hatta aşık olabilir, arkadaşlar bulup arkadaşları kaybederiz. Kısaca insanların diğer gruplarda ya da topluluklarda yaptığı her şeyi yapabiliriz ancak bu ortamın iletişim biçimi bedenlerimizi arkasında bıraktığımız bilgisayar ekranı karşısında kelimelerdir.” diyor Rheingold*.
Psikolojik açıdan bakıldığında ise yapılan değerlendirmelerin başında kimlik deneyimleri geliyor, kimlikle oynama, kurgulama, hayalimdeki ben’i yaratma, beğenilme, egomun şişirilmesi gibi nedenler sıralanıyor.
“….. Kimlik deneyleri ile kişi, gerçek hayatta denenmesi neredeyse imkansız olan alternatif kimlikleri denemiş olur. İşler karıştığında, ortadan kaybolma olasılığının mevcut oluşu cüretkarlığa izin verir. Çünkü internette beni tanımazsınız, beni duyamaz ve göremezsiniz, mesajınıza anında cevap vermek zorunda değilim, canım sıkılırsa oyunu terk edebilirim ve nihayet herşey kafamın içindedir, onları ben yaratıyorum ve bunun pekala farkındayım. İşte bu nedenlerle, günlük hayatta olduğunun aksine, siberalanda daha kolay geriler, bir patron, bir öğretim üyesi v.b. olmanın kısıtlamalarını daha kolayca üzerimizden atabiliriz.” *
Her ne kadar “Zaten ben, beni gerçek yaşamda da tanıyan insanlarla yazışıyorum, daha doğrusu sohbet ediyorum” dense de, hadi itiraf edin hiç mi daha önce görmediğiniz bir insanla sohbet etmediniz, sebep her ne olursa olsun. Çok eskiden telsizlerle “brek brek arkadaş arıyorum” ve daha da eskiden rumuzlarla yazılan mektup arkadaşlığı, 80’lerde o dönemin modası telefon arkadaşlığı ve bugün geldiğimiz nokta aslında son 10 yıllık süreçte ise internet arkadaşlığı. Hepsinde ortak bir yön var ki, başlangıçtaki gizem ve heyecan… Kimsin nesin bilinmez, sen anlatırsın sadece kendini, “Ben buyum, bunu severim bunu yaşarım, bunu isterim” gibi. Düşününce aslında en çok, insanın kendisini anlatma ihtiyacından kaynaklanıyor tüm bu çabalar. Normalde anlatmıyor muyuz eşimize, dostumuza, arkadaşlarımıza kendimizi, evet tabi ama hiç tanımayan birine anlatmanın dahası istediğimiz an gidebilmenin, hayatımızla var ile yok arası bir yerde duran o kişilerle yapılan sohbetin daha heyecanlı olduğunu da yadsımıyoruz.
Teknoloji gelişti ve kişisel ilişkiler ağı da değişime uğradı. Bir arkadaşım şöyle diyordu; “Bazı değerler can çekişerek güncelliğini yitirirken yeni değerler çıktı, dünya üzerine yayılmış farklı kültür ve farklı sosyal algılayışları olan insanlık internette buluştu. Aslında insanlık buna hazır değildi. Bir gün her şey internet olacak dedi yıllar önce Bill amca, gülüp geçtiler. Bir gün her şey internet olacak ve bizler gülmek yerine yazacağız. Yüzümüz bu esnada sarı renk alırsa ben şaşırmayacağım da…”
İster sadece sohbet etmek nedeniyle, ister eğlenmek ya da eş, sevgili bulma amacıyla olsun, sebep her ne ise, gözlemlediğim şu; -hangi tarafından neyini savunduğum ya da neyini eleştirdiğimi bilemediğim bu yazıda- iletişimin günden güne değişime ve dönüşüme uğradığı ve internet üzerinden sohbet denilen bu en doğal sürecin çok yoğun yaşanıyor olduğu. Düşünüyorum da bazen yan odadaki ofis arkadaşımla bile internet üzerinden yazışarak konuşuyoruz. Üzülüyor muyum bu duruma, ya da kızıyor muyum, hayır, bir eleştiri yazısı da değil bu.
Çok doğal buluyorum, hatta icq denilen ağı oluşturanları, oğluma her bakışımda minnetle ve sevgiyle anıyorum. Hayatımın çok içinde yer alan, tezime dahi konu olan ve hatta evliliğimin “Herşey internetle başladı” sloganına sebep, garip enteresan bir durum chat.
*Rheingold, H., (1993) Virtual Community:Homesteading on the Electronic
Frontie, London: Minerva
*Sayar, K., (2002) Psikolojik Mekan Olarak Siberalan Yeni Symposium 40
“Chat” Üzerine Karalamalar için 9 cevap