Blogumun sadık okurları bilirler “Aptallık Parası” adlı yazımı. Bu bir yazı dizisi şeklinde devam edebilirdi, ettirmedim, yazmadım, zaman geçti üzerinden ama yazsaydım başlığı belli idi: Aptallık Parası II
Son yıllarda albümünü hiç sıkılmadan milyonlarca kez dinlediğim Emre Aydın’ın daha önce iki kez konserine gitmiştim ve bu yıl da üniversitelerin bahar şenliği kapsamında Ankara’da tekrar konser vereceğini duyunca, hemen iki kız arkadaşımla planlar yaptık, malum evli ve çocuklu olunca böyle ekstra eğlenceler pek nadir olabiliyor hayatımızda. Açık havada esen rüzgarda, terli, yorgun ama mutlu bir şekilde tüm şarkılara avazı çıktığı kadar eşlik eden ben, o gecenin sonunda fena üşüttüm. Aptallık bunun neresinde demeyin o ana kadar bir aptallık yapmadım, yapmadık. Konserden hızımızı alamayınca kız arkadaşlarımla eğlenceli bir mekanda geceye devam etmeye karar verdik. Arada yenen kokoreçler ise gecenin en lezzetli anıydı. Eve dönme vakti geldiğinde ise trafik polisinin arabamızı durdurması ile o gece de benim için, bizim için bir aptallık parasına dönüştü. Sadece iki kadeh içki içen arkadaşımın ne hikmetse alkol derecesi sınırın üzerinde gösteriyordu, ne kadar itiraz ettiysek ne kadar dil döktüysek de ikna edemedik polis amcaları. Üstelik gözümüzün önünde alkol sınırı arkadaşımınkinin iki katı kadar çıkan bir beyefendi her nedense (!) paşa paşa yoluna devam edebildi. Biz de ilk kez bir alkol kontrolüne takılmanın şaşkınlığı ve acemiliği içerisinde bakakaldık ve sonuç; arkadaşımın ehliyetine 6 ay el konuldu, 500 küsür lira da para cezası kesildi. Ve bu nasıl bir kontrol ise ehliyetine el konulan arkadaşımız kullandı arabayı, polis amcaların yanından ayrılırken. Arkamızdan bir el sallamadıkları kalmıştı. “Biz üç kişiydik” dedik ve bu cezayı aramızda bölüşerek ödedik. 2,5 ay geçti bu hadisenin üzerinden neyseki 3,5 ay sonra arkadaşım ehliyetine kavuşabilecek. İşte bu, benim yazmayı düşündüğüm ama yazmadığım “Aptallık Parası II” adlı yazımdı. Tarafımdan konuyu az sonra çok alakasız bir yere bağlayacak olsam da herşey o geceki üşütmem ile başladı. Ertesi gün öksürük krizleri, çıkmayan kısık sesim, yaklaşık iki hafta kadar süründürdü beni. Neticesinde “Ehh artık bir doktora görüneyim” dedim, akciğer filmi, tetkikler derken, bronşit olduğum anlaşıldı ama acaba sinüzitte mi olmuşum diye bir tetkik daha yapıldı. Sinüs filmim çekildi. İlaçlarımı kullanmaya başladım. Bu basit üşütmenin, o eğlenceli ama sonu tatsız biten gecenin minik bir hediyesi diye geçiştirecekken, en son çekilen filmde alnımda bir kitle keşfedildi. Çok sevgili blogcu arkadaşım Canan’ın deyimi ile bir “Nurtopu” nun varlığı ortaya çıktı, tamamen tesadüfen. Tıbbi adı osteom olan, halk arasında bilinen adı ile tümörümün iyi huylu, halim selim olduğunu öğrenince rahatladım. Ama hemen akabinde doktorum ekleyiverdi; “Bunu almak gerek, ameliyat olmalısınız”. Yaklaşık bir ay doktor doktor dolaşmalar, araştırmalar, geliştirmeler, tomografiler derken nihayet varlığını zorla da olsa kabullendi bünyem. Tüm bu “Kal gelme” durumları, zamanlı zamansız ağlayışlarım, duygusal gel-git’lerim işte bu kabullenme sürecine rastlıyor. Aslına bakarsanız olayı dramatize etmeyi gerektirecek bir durum yok ortada, doktoruma göre son derece basit bir operesyon ve sık rastlanan bir durum, kaldı ki çaresi olmayan bir hastalık değil. Normal şartlarda böyle can sıkıcı konuları blogumda paylaşmaya çok taraftar olmasam da bu kez yazmak istedim, çünkü bir süre buralarda olamayacağım.
20 Temmuz Pazartesi günü sevgili nurtopu ile vücüdum vedalaşacak, ameliyatın saçlı deriden açılarak yapılacak olması ve dolayısıyla saçlarımın bir kısmına veda edecek olmama da üzülmüyorum hiç. Korkuyor muyum? Hayır, sadece biraz heyecanlıyım desek daha doğru olur.
İnsan türü çok garip, gün içerisinde günlük koşuşturmada ne kadar ufak, bir o kadar da anlamsız şeylere üzülüp doyumsuzlaşıyor. Oysaki sahip olduğumuz en büyük zenginlik en büyük ödül sağlığımız, bunu da malesef hastalanınca ya da bir yakınımıza birşey olunca anlayıveriyoruz. Hayatımızı güzel ve anlamlı kılan dipnotlarımızdan (!) uzaklaşıveriyoruz. Ve sonra bir gün, bir an geliyor herşey zincirleme ilerliyor;
Eğlence – Konser – Üşütme – Doktora Gidiş – Röntgenler – Tomografiler ve Ameliyat.
Evet farkındayım, bu yazının ilk bölümü ile ikinci bölümü arasında bir bağlantı kuramayan sen sevgili okuyucuya, kafamdaki bu bağlantıyı özetlemeye çalıştım az önce. Birbirinden ne kadar bağımsız ve ne kadar anlamsız gibi görünen bir dizi eylem sonucu oturmuş bu yazıyı yazıyorum.
Ey okuyucu, bir süre olamayacağım dedim ya buralarda, yakında bandanalı, eşarplı halimle en önemlisi tümörden kurtulmuş, dertsiz başımla tekrar yazıncaya kadar hoşçakalın ama en önemlisi SAĞLIK’ la kalın.
( Hımm, birileri geçmiş olsun demeye mi başladı ne? 🙂
Bir Konser, Bir Nurtopu ve Kısa Süreli Bir Veda için 25 cevap