Yaz sıcağı… Tek şeritli yollar ve kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Tek kapılı, beyaz, 34 plakalı bir Anadol marka arabamız var. 80’li yıllar, belki beş belki altı yaşındayım ama ilkokula gitmediğime eminim.
Sigara fabrikaları var ülkemin, Tekel henüz özelleşmemiş, satılmamış ve çok popüler… Tütün eksperliği diye bir meslek var, köy köy dolaşıp devlet adına köylünün ürettiği tütünü satın alan, ona fiyat, değer biçen eksperler… Türkiye’nin neredeyse her köşesinde üretilen tütün için yılın sekiz aya yakınını bizden ayrı geçiren sevgili babamın 38 yılını verdiği mesleği…
Ve işte beş-altı yaşımdaki halimle Tokat’ın Erbaa ilçesindeyiz, kocaman bir sigara fabrikası ve kocaman bir tesis… Lojmanlarda abisi ile benim yaşıtımız çocuklarla o zamanlar bana dev gibi gelen sigara fabrikasının o alanında ayrı bir cumhuriyet kurmuşuz. Kapıda bekçileri olan, etrafı çevrili, geceleri her iki-üç saatte bir etrafı dolaşılarak nöbet saatinin kurulduğu, geceleri yaz sıcağında bol yıldızlı gökyüzü altında başlı başına özerk bir bölge gibi. Fabrikasında çalışan yüzlerce işçisi var, yemyeşil, çiçeklerle dolu, -her yaz sonu çiçeklerin tohumlarını topluyorum anneannem için-, içinde havuzu kamelyası olan, her türlü meyve ağacından meyveleri taşlarla vurup düşürerek yiyoruz. Yaz akşamları mangallar kuruluyor, güveçler pişiriliyor. Dut yemek için çarşaf tutup dut ağacını sallıyoruz. Bahçede kediler köpekler, kaplumbağalar, sincaplar var, hayatımda ilk kez kirpiyi o yaşlarda o bahçede görüyorum, sevemediğime üzülüyorum. Doğal bir yaşam içinde çok mutluyuz, çocukluk arka bahçemiz, ana yurdumuz, benim anayurdum, arka bahçemin en önemli kısmı Erbaa.
Biz çocuklar hep birlikte piknik yapıyoruz, ekmeğin üzerine ev yapımı tereyağı sürüp üzerine de sadece tuz döküp yiyoruz. Akşam altıdan sonra tütün fabrikası bizim için inanılmaz bir oyun alanı, korku tüneli ile macera adası karışımı… Tütün denklerinin en tepesine tırmanıyoruz, neredeyse altı-yedi katlı bir apartman dairesi yüksekliğinde, yakalanınca bekçilerden sıra dayağı yiyoruz, eksper çocuğuymuşsun, işçi çocuğuymuşsun fark etmiyor, sadece çocuksun ve yaramazsın, o kadar…
“Barbi” çikolata yeni çıkmış, “barbi barbi barbi” diye şarkısını mırıldanıyoruz, Ajda minik teybimizden sesleniyor, “Amann petrol” diye, kızamık olmuş ateşler içinde yatarken şarkıyı “Artık sana muklacım petrol” diye söylüyorum, babam sesimi kaydediyor.
Erbaa… Tokat’ın küçük, tozlu, sıcak kasabası… Tüm çocukluğum orada geçiyor, her yaz. Ve her doğum günümü orada kutluyorum Temmuz ayında. Temmuz ayının altısında babam ile birlikte mumları üflüyoruz, babam 30’lu yaşlarında…
Bir akşam radyoda Zeki Müren “Muhtacım” şarkısını seslendirerek beni o yıllarda bir yolculuğa çıkarıyor. Anadol marka arabamızla Erbaa-Niksar arasında kıvrılarak ilerliyoruz, hava çok sıcak, benzin yok, zor bulunuyor. Arabanın içi de çok sıcak, zaten tek kapı. Kaset çalıyor arabada, kasetçalar var. Karışık doldurulmuş A yüzünün 4. Şarkısı Muhtacım şarkısı… Ezberliyorum şarkıyı, çok seviyorum.
Üç gün önce yine 6 Temmuz’du, hayatımın 40’lı yaşlarında babamsa 70’li yaşlarında iken “Muhtacım” dinledim yine ve hafızam beni Erbaa’nın tozlu yollarına, çocukluğumun köylerde geçen yolculuklarına ve her köyde tütün kokusu içinde geçen çocukluğuma götürdü yeni yaş alırken.
Belki de en sevdiğim ayın Temmuz ve en sevdiğim mevsimin yaz olmasının nedeni sadece bu ayda doğduğum için değildir, ana yurdumda, sımsıkı sarıldığım o yılların, o kuş sesleri ile uyandığım, ıhlamur kokulu bahçelerin, küçük ama aslında çocuk gözüyle çok büyük o özel alanın masumiyetindedir, çocukluğumdandır.
Ömrümüzden bir yıl daha geçti işte bu Temmuz…