Babanın rengi olur mu? Olur.. Benim babam gri renktir benim için. Niye bilmiyorum belki haki yeşil daha uygun olurdu gözleri gibi ama yok yok benim babam gri renk. Hani siyah ve beyaz arasında barışçıl, ılıman, keskin çizgileri olmayan renk gibi…
************
Bir tiyatro çıkışı, soğuk puslu, yağmurlu Ankara caddeleri.. Yanımda benim kuzeyimin kızı can arkadaşım, her hafta tiyatro çıkışında olduğu gibi bağıra bağıra şarkı söylüyoruz arabadaki çalan müziklere eşlik edip… Ve başlıyor; “Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma” nasıl bir coşku ile nasıl bir özlemle söylüyorum şarkıyı, neye özlem duyduğumu dahi bilmeden…
Eve geldiğimde düşünüyorum; ben bu şarkıyı ilk ne zaman duydum, ne zaman kimden dinledim de hiç çaba sarf etmeden ezberleyivermiş buldum kendimi? Neden bu kadar çok sevdim üstelik?
************
1981 yılı.. Tokat’ın Erbaa ilçesi, sıcak bir yaz.. Ben ve sevgili abisi yan yana yatak döşek yatıyoruz, ikimiz de kızamık olmuşuz. Ateşler içinde kavruluyoruz. Şu anda bile görüntüler hafızamda silik silik… O hasta halimle -ya çabuk iyileşmem için ya beni mutlu etmek için bilmiyorum- o minicik eski mi eski bir teybe mikrofonumsu bir şey bağlıyoruz ve ben başlıyorum şarkı söylemeye… “Aman petrol canım petrol, artık sana MUKLACIM petrol” Ve sonra o uyku ile uyanıklık arasında, yüksek ateşten o şuursuz halimle kulaklarımda bir şarkıyı hatırlıyorum; sigaradan hafif çatallaşmış bir ses, “Aldırma gönül” diyor. Bizi oyalamak için mi içinden geldiği için mi darbe yiyen bir nesilden mi bilinmez, babam tüm içtenliğiyle Aldırma Gönül’ü söylüyor. Ben ilk o zaman duyuyorum, rüya mı gerçek mi ayırt edemeden…
**************
Bu yaz Sinop’tayız, hep önünden geçerken gördüğüm içimin bir tuhaf olduğu o meşhur hapishane binası müze olmuş. Ortaokul yıllarımda Sinop’ta kaldığımızda orası hala cezaevi olarak kullanılıyordu. Şimdi ise tarihi Sinop Cezaevi Müzesi…
Her bir duvarında, taşında, bahçesinde sanki başka acı bir çığlık başka acı bir hayat başka bir keder soluyorum. Turistik bir gezi gibi gezilemiyor orada, yaşanılanları düşündükçe ürperiyor insan. Kaç hayat geçti kim bilir diye düşünüyorum ya da kaç hayal soldu? Ve işte duvarda o şiir… Seneler sonra şarkı haline getirilmiş o eşsiz dizeler.. Dışarıdaki deli dalgaların duvarları yalamasını hisseden ve Allah’a sitem yollayan ve hala umut dolu olan kendini teselli eden o büyük ustanın koğuşu; Sebahattin Ali koğuşu…
Duvarda Aldırma Gönül. Bir kırık yatak, bir eski bavul…
Ve o gün Sinop Cezaevi’nde o koğuşa bakarken, çocukluğumun o ateşli gecesinde o çatallı sesi hatırlarken ve dün gece Aldırma Gönül’ü bağıra bağıra söylerken önce GRİ babamı, sonra düşünceleri uğruna mücadele eden, edebilen ve o yürekliliği gösterebilen herkesi ve özellikle eşsiz şairleri ve yazarları sevgiyle ve hayranlıkla selamlıyorum. Tüm bu düşünceler başımın içinde oynaşırken bir anda yanımda mışıl mışıl uyuyan oğluma bakıyorum, “Başın öne eğilmesin” diye fısıldıyorum, duyar mı sonradan benim gibi hayal meyal hatırlar mı bilemeden…
Başımızın öne eğilmeyeceği günler diliyorum.
Aldırma Gönül için 3 cevap