Bazen insanın içinde sessiz küçük vedalar oluyor. Kimsenin duymadığı iç sesinden yükselen minik çığlıklar duyuluyor. Duyuluyor olması da sadece o kişiye özel aslında… Her gün bir şeylerden vazgeçiyoruz, her gün belki bir şeyleri bırakıyoruz, kimimiz alışkanlıklarımızı, kimimiz çok sevdiğimiz eskise bile atmaya kıyamadığımız kazağımızı… Bazen sigara gibi kötü bir alışkanlığı bir anda bırakabiliyoruz, azaltmak çözüm olmayınca… Bir diziyi seyretmeyi bırakıyoruz bazen… Kişiliğimizden bir şeyler bırakıyoruz belki bir yerlerde… “Önceden ben böyle değildim böyle tepki vermezdim” ya da “Böyle tepki de nereden çıktı?” dediğimiz her noktada bırakıyoruz bir şeyleri, yine vedalar oluyor içimizde.
Gitmek veya kalmak, gidememek veya kalamamak durumu sadece görünen somut olaylarla ilişkili değil, bir el sallama veya bir veda cümlesi de değil. İçimizde kimsenin bilmediği bazen bizim de farkında olmadığımız vedalar oluyor her gün. Sonra bir bakmışız ki ne çok şey değişmiş bizde, ne çok duyguya düşünceye veda etmişiz. Değişmişiz.
Bir kabuk değiştiriyorum sanki ya da senelerce kış uykusunda olan bir canlı gibi yavaşça uyanıyorum, değişiyorum. Kendimi dış bir gözle izliyorum ve kendimdeki değişimlere ben bile şaşırıyorum. Vedalar içerisinde yeni Ben’e hoş geldin de diyemiyorum. Bu ben miyim? Bu tepkiyi veren? Bunu söyleyen? Bu duygudan giden buradan gidemeyen? Eskiden böyle değildi ama… Yaşla mı ilgili, ortamla mı, sosyal, psikolojik, ekomik, siyasal koşullar mı? Belki de bu kadar sosyolojikleştirmeye gerek de yok basit de olabilir. “40 yaşını geçtin ve değişiyorsun Nihan” diyorum kendime.
Seneler önce yaşama veda eden Melih Kibar’ın büyük aşkı Çiğdem Talu’nun ardından bestelediği eşsiz müzik eşliğinde içimdeki vedaları düşünüp her birine el sallıyorum usulca bugün…