Ofiste toplamda beş tane orkide çiçeğim vardı, bu sabah işe geldiğimde ofiste çalışan temizlik personeli arkadaşımın onlardan üç tanesini çöpe attığını öğrendim. Kendimin bile şaşırdığı, çok yüksek dozda bir tepki verdim, tepkime de engel olamadım.
Orkide… En sevdiğim çiçek, neden bilmiyorum, ortaokul yıllarında orkidenin neye benzediğini bile bilmediğim halde çiçek ismi olarak sadece çok sevmiştim. Internet yoktu o zamanlar, açıp da orkide neye benziyor diye görsellerine bakabileceğim bir ortam yoktu. Ansiklopedi karıştırmak lazımdı orkidenin neye benzediğini öğrenebilmek için. Görüntüsü değil, ismi çekmişti beni ve o yıllarda herkesin bir lakabı vardı ya da takma ismi, sınıf içerisinde mektuplaşırdık, simli yılbaşı kartları gönderirdik, hediyeleşirdik birbirimizle, küçük notlar yazardık arkadaşlarımızla. Şiir defterim vardı hatta hatıra defterim… İşte bütün bu saydıklarımın altında ben hep takma isim olarak Orkide’yi kullanırdım, sanki bu dünyaya bir daha gelsem ismimi de seçme şansım olsa Orkide ismini seçecektim kendime.
Seneler geçti ben unuttum sonraları bu takma adı, her notun altına yazdığım bir nevi mahlasımı.
Ve sonra…
Hayatıma dokunan, tüm masal kahramanlarını boşa çıkartan bir kadınla tanıştım. O kadar özel bir insandı ki ne burada onu anlatmaya gücüm yeter ne de onu anlatabilecek yeterlilikte kalemim. Blog sayesinde tanıdığım, bu sayfanın en eşsiz yorumcusu, tesadüf olamayacak kadar tuhaf gerçekliklerle bir araya geldiğimiz benim canım Mamy’im…
Ankara’ya gelişlerinden birinde otobüs terminalinden O’nu yolcu ederken otobüsün içinden camın ardından benim fotoğrafımı çekmişti, ben öyle tek başıma durmuş ona bakarken… O da beni seyrediyordu, sonra bana gönderdiği o fotoğrafın altına şöyle bir not yazmıştı; “Duruşun, bakışın, tıpkı bir Orkide gibi… Sen benim Orkide’msin.” İlk başta aklıma bile gelmedi ortaokul yıllarında bunu takma isim olarak kullandığım, neden sonra bu ismi ben zaten kendime seçmiştim dedim. Mamy ile olan bütün ilişkimde hiçbir şeyin gerçekten tesadüf olmadığını bir kez daha anladım çünkü o kadar tuhaf o kadar gerçeküstü durumlar bizi bir araya getirdi ki ve bazen hayatın o sihirli noktalarında öyle temas etti ki kendimiz bile günlerce şaşırdık, olanlara inanamadık.
Çok sevgili yazar arkadaşım Zehra, babasını kaybettiğinde şöyle bir şey yazmıştı; “Çok sevdiğiniz birini kaybettiğinizde O’nun size olan hitap şekilleri de kayboluyor aslında, bir daha kimse bana babamın seslendiği gibi seslenmeyecek mesela…” Ben de biliyorum ki bir daha kimse bana Orkide demeyecek, kimse bana Orkidem diye seslenmeyecek. İşte bu yüzden ki üç tane orkidemin kuruduğu için atıldığını duyduğumda o kadar yüksek dozda tepki verdim farkında olmadan. Zaten içimde kopan bir şeyler daha da çok koptu. Ve bir daha hiç bir zaman bir araya gelemeyeceğimi, göremeyeceğimi, o acıyı, bu yokluk hissini, o çok sevdiğiniz insanı bir kutunun içerisinde görmenin yarattığı dondurucu, tuhaf duyguyu ve sonra O, toprağın altındayken “Acaba üşür mü? Ama O çok üşür, yengeç burcudur, benim gibi sıcağa sever, biz güneşin altında bile üşürüz “diye aklımın bana oynadığı garip oyunları düşündüm.
Ben bu hayatta sadece onun Orkidesiydim, onunla birlikte o sesleniş de yok oldu…
İşte Orkideler yok oldu, o kadar…